MARAŞ ASLANI ve ANITKABİR - 2.BASKI
- Haluk Hızlıalp

- 5 Eyl
- 6 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 31 Eki
Maraş Aslanı’nı Arkeoloji Dünyasına Duyuran 1882 Tarihli Mektup.
“Tarih Gelecektir”
Maraş'ta bulunan Aslanlı Hitit eserinin hikayesi...

Aslan simge ve betimlemeleri kadim Türk-Anadolu uygarlıklarında önemli bir egemenlik ve inanç ögesidir. Hatti-Hitit uygarlığının yanı sıra Anadolu Frig uygarlığı tarafından da kullanılmıştır.

Olağanüstü bir kaya oyma-kabartma tekniği ile yapılmış olan bu eser karşılıklı ayağa kalkmış iki büyük Aslan arasında duran Yaşam Ağacı'na benzeyen bir tasarım ve her iki tarafa da uzanan kanatlı bir güneş diskiyle oluşturulmuş. Bu ögeler arkaik Anadolu kültürlerinin tarihin derinliklerinden (MÖ 7000'ler) kaynaklanan Yaşam Ağacı-Ana Tanrıça-Güneş-Egemenlik kültlerine ait sanatsal, inançsal ve simgesel geleneklerini yansıtmakta.
Hitit Maraş Aslanı ile ilgili öncelikle Amerikalı Misyoner Henry Marden kimdir onu tanıyalım.

Amerikalı Misyoner 9 Aralık 1837’de Boston’da doğdu. Dartmouth Koleji’nden (1862) ve Andover İlahiyat Fakültesi’nden (1869) mezun oldu.
Misyon faaliyetleri için 1869’da ABD’den gemiyle İzmir’e oradan da ilk görev yeri olan Antep’e (Gaziantep'e) ulaştı. 1878’de Maraş Amerikan Misyonu‘nda göreve başladı.
Maraş’tan ayrılıp Amerika’ya dönerken 13 Mayıs 1890’da yolda, Atina’da vefat etti.
Maraş’tan Amerika’ya yanlarında götürdükleri (kaçırdıkları) onlarca tarihi eseri, eşi kendisi anısına Amerikan müzelerine aynı yıl bağışladı.
Maraş’ta görev yaptığı yıllarda bir din adamı olarak Amerikan Misyonu’nun ilahiyat ve eğitim işleri dışında, arkeoloji, coğrafya, botanik gibi ülkesi tarafından fonlanan pek çok bilimsel çalışmaya da katkı sundu.
Konu ile ilgili yazı, Dünyanın dört tarafına yayılmış Amerikalı misyonerlerin haber ağı olarak yayın hayatına başlayan, sonraki süreçte pek çok disiplinden içerikler ile toplumun her kesiminin ilgisini çekecek bir dergiye dönüşen ''Misyonerlerden Haberler'' isimli derginin 1882 tarihli bir sayısında yer alan Henry Marden imzalı makalenin çevirisini içeriyor.
Metinden de anlaşılacağı üzere Henry Marden, günümüzde arkeoloji müzemizin en önemli eserlerinden birisi olan Maraş Aslanı’nı arkeoloji dünyasına tanıtmakta.

Bu yazıdan kısa bir süre sonra eserin önemi anlaşılmış ve 1883 yılında İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne taşınmıştır. Kahramanmaraş ilimizdeki diğer önemli Hitit yazıtlarından olan Izgın Steli‘ni de Henry Marden fark edip benzer şekilde İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne taşınmasına vesile olmuştur (Yurtdışına kaçırılanları saymazsak tabi)...
Izgın Steli Kayseri, Malatya ve Maraş arasında kalan bölgede Makedon İskender (MÖ 336) öncesi döneme ait bulunan ilk yazılı eser. 1882 yılında Elbistan’ın 9 km batısındaki Izgın Köyünde bir mezar başında bulunduktan kısa bir süre sonra İstanbul’a taşınmış ve İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmeye başlanmış.
Yazının çeviri metni
Maraş’taki Tarihi Eserler Hakkında; "Maraş’ta kısa bir süre önce İyonya ya da Roma sanatından daha eski dönemlere ait olması muhtemel merak uyandırıcı eski yontular keşfettik. Otuz santimetre kalınlığında 0,2 – 0,3 metrekare genişliğinde yaklaşık bir düzine siyah bazalt bloktan oluşuyorlar. Yanları ve arka yüzleri genellikle boş olan bu taşların ön yüzleri yaklaşık 1 cm. yüksekliğinde yontularak oluşturulmuş insan ve hayvan figürleriyle bezeli.
Benzer tasarımda ve yaklaşık bir metre yüksekliğe sahip bir kaçında; narin sandalyelere oturmuş birbirine bakan iki adam, önlerinde çapraz ayaklı sehpa üstünde et, ekmek ve meyve dolu tabaklar görünüyor. Bol püsküllü Asur entarisi giydiği görülen figürler, ayaklarında çarık, başlarının üzerinde ise silindir şapka taşımaktadırlar. Hemen hemen hepsinde, Asur yontularında olduğu gibi bir el yukarı doğru kaldırılıp göğüs kafesinin üstüne bırakılmış.

Bu taş blokların her biri şehrin eski bina ve surlarına dağılmış durumda. Kadim kalenin tepesinde tam giriş kapısının üstünde her iki yanda yer alan birer siyah aslan heykeli aşağıdaki giriş kapısını muhafaza ediyor. Surlardaki taş işçiliğinden tamamen farklı olan bu aslanların daha uzak çağlara ait olduğu çok açık. Birkaç gün önce hararetli tartışmalarının ardından Türk yetkililerden kaleye giriş izni alabildim ve aslanları yakından inceledim. Diğer eserlerle aynı malzemeden, şehre 16 km uzaklıktaki ocaktan getirilen siyah bazalttan yapılmışlar. Bir tanesi gerçek boyutlara sahip olup, heykeltıraşının elinden çıktığı günkü gibi sapasağlam günümüze ulaşmış.

Diğeri biçimsiz ve daha küçük boyutlara sahip ama bir yanında ve arka kısmında her biri 8 cm. genişliğinde ve 90 cm. uzunluğunda 6 geniş aralıkta yazılar barındırıyor. Harfler ya da hiyerogliflerin her bir aralığın bölündüğü 3 satıra yerleştirildiği anlaşılıyor. Bu haliyle tüm yazıtın yaklaşık 16 metre uzunluğa sahip olduğunu belirtebilirim.
Aslanların üstündeki karakterlerin çoğunu bugüne kadar kitaplarda, buralardaki tarihi eserlerde ve sikkelerde hiç görmesek de; bazıları Fırat kıyısında yakın zamanda keşfedilen Hitit Ulusu’nun başkenti Karkamış’ta ortaya çıkarılan eserlerde ve buradaki ziyafet sahneli bazı taş bloklardaki karakterlere çok benziyor.
Sonuç olarak buradaki iki aslanla birlikte tüm bazalt taş eserlerin kadim Hitit medeniyetine ait olduğuna dair kuvvetli şüphelerimiz var. Muhtemelen bu şehirde, Mesih’ten bin yıl öncesine dayanan bir tarih sayfası keşfettik.
Karkamış’ta bulunan yazıtlar çok az sayıda sözcük içermesine rağmen, bugüne kadar bulunan en uzun Hitit metinleri olarak ünlenmiş. Hala o yazıları çözmekle uğraşıyorlar.

Kale kapısının üstündeki aslanda yer alan yazıtların Hitit yazısı olduğu ispatlanırsa, bugüne kadar başka yerde bulunan tüm Hitit yazıtlarından daha fazla yazıtı barındırdığı unutulmamalı. Keşfedilen benzer diğer yazıtlara göre Maraş Aslanı üzerindeki muazzam uzunluğa ve okunabilirliğe sahip yazılar, Hitit yazısının çözümlenmesinde çok yardımcı olacağa benziyor.
Buradaki eski eserler tam olarak çözümlendiğinde muhtemelen bu eski uygarlıklarının bazılarının sınır hatlarının tespitine de ışık tutacaktır. Yazıtların kopyaları, Amerikan Şarkiyat Topluluğu’na ve British Museum‘a iletildi."
Yusuf Köleli "Maraş avucumda" makalesinden...

Şimdi ANITKABİR ile Hitit Aslanı ve kadim Türk-Anadolu kültürleri arasındaki bağları kısaca inceleyelim;
Bugün Anıtkabir'e gidenler girişte iki tarafta aslan heykellerini görür; bu yol Aslanlı Yol diye bilinir; işte bu Aslanlı Yol Anadolu Türk Hitit dönemine vurgu yapmak için kullanılmıştır. Yani Aslanlı Yol Anadolu Türk Hitit geleneklerinden esinlenerek yapılmıştır.

Yapıları, eserleri anlamak için önce simgeleri daha derin okumak, yorumlayabilmek çok önemlidir. Simgeleri araştırıp öğrenmek, karşılaştırarak yorumlayabilmek gerekir.

Anıtkabir Atatürk'ün ölümü sonrası onu, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu ve köklü tarihini anmak, anlamak için yapılmıştır. Bu bağlamda dünyadaki halk üzerinde baskı kurma amacıyla yapılmış olan propaganda binalarından çok faklı bir yere sahiptir.

Yapıları anlamak için simgeleri daha derin okumanız gerekir demiştik…Örneğin 262 metrelik Aslanlı Yol; 2 yanda 24 adet Hitit Aslanı ki bunlar 24 Oğuz boyunu temsil eder…Sonrasında bir meydana çıkılır; meydana tepeden bakıldığında dev bir Türk Halısı ile karşılaşılmaktadır. Taşa işlenmiş binlerce yıllık Anadolu-Türkistan (Orta Asya)-Sibirya-Mezopotamya kadim Türk tamgalarından oluşan 373 geleneksel kilim motifi, tamgası…

Anıtkabir duvar işçiliği ve kabartmaları (rölyefleri) ise Anadolu Hatti-Hitit, Urartu, Frig (İskit-Kimmer), Karya, Likya, İyonya vb. Anadolu Uygarlıkları taş işçiliği ve kabartma sanatından izler taşır.
Yapının ismi dahi buranın sivil geleneksel Ata Kurganı (eski Türklerin ata mezarı), halkla bütünleşen bir anma mekanı olduğuna işaret eder. Anıtkabir herhangi bir lider için inşa edilmiş bir propaganda binası değildir. Bağlamı ise Türkiye’deki ikinci ulusal mimarlık adı altında kendini gösterir.

Arkaik Anadolu uygarlık ögelerinden ilham alan modern bir simetri, yerel taşlar, Anadolu Uygarlıklarını da kapsayan Selçuklu-Osmanlı Türk sanatı göndermeleri ile birlikte bu olağanüstü tasarım, bir binadan çok olağandışı tarih-kültür derinliğine sahip büyük bir ulusun yeniden yaratılış simgesi olarak bizi karşılar.


Anıtkabir çatıları üzerinde mızrak ucu biçiminde tuğlar bulunur. Bu tuğlar İslamiyet öncesi ve sonrası eski Türk kültürü devletleri han otağlarının tepesinde yer almıştır. Anıtkabir'in Otağ-ı Hümayun olmasının simgesidir. Egemenlik anlamı içerir; ancak Anıtkabir'deki anlamı ''Ulus'un Egemenliği'' dir.

Bu simge arkaik Anadolu kültürlerinde, Türk halı ve kilimlerinde ''eli belinde'' ve Orhun abc' sindeki ''eb-ev'' tamgasıdır aynı zamanda.

Ata evi, Ana evi, otağı-ocağı anlamlarını içerir. Aynı simge-tamga Büyük Anıt kurganın çatısına türkuaz (türk mavisi) renk ile bezenmiştir.
Bütün bu özellikleri ile birlikte Anıtkabir totaliter bir rejim yapısı değil, egemenliğin ulusa ait olduğu bir anma ve dip kültür yapısıdır.
Atatürk, okuduğu kitaplardan ve araştırmalarından edindiği bilgilerle Alacahöyük’te kazıların başlatılmasını istemiştir. Kendi cebinden 3000 Lirayı Afet İnan’a verir ve ilk milli kazıya 22.08.1935 tarihinde, Remzi Oğuz Arık’ın başkanlığında höyükte başlanır. Hüyük Köyü'nün (daha sonra Alacahöyük Köyü olarak değiştirildi) ören yerinin üzerinde bulması nedeniyle, kazılara ve araştırmalara köy meydanında ve ören yerinin çevresinde başlanır.
Kazı başladıktan kısa bir süre sonra, Hitit döneminin yaklaşık 1500 yıl öncesine, Eski Tunç Çağı’na tarihlenen üç kral mezarı (kurganı) bulunmuştur ki bu dönem günümüzden yaklaşık 4500/5500 yıl öncelerine tarihlenen Hatti-Eti dönemine işaret etmektedir.

Bu mezarlarda, ilk önce Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin, ardından Ankara Üniversitesi’nin, bir zamanlar Kültür Bakanlığı’nın, Ankara Kenti'nin (mahkeme ile tescilli simgesi), Eti Bisküvileri, Hitit Gıda ve Hitit Seramik simgesi olan Güneş Kursu, diğer birçok eserle beraber, kazının birinci yılında bulunmuştur.
Atatürk 1936 Yılı Meclis Açılış Konuşmasında Alaca Höyük Kazılarından Gururla Bahsetmişti...
Atatürk, 1 Kasım 1936 yılında TBMM’de yaptığı açılış konuşmasında Türk arkeologlarının Alaca Höyük’ te elde ettiği başarıya dikkat çekmişti.
Sergi, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün TBMM’de yaptığı bu konuşmayla başlıyor ve bakın bu konuyu nasıl dile getiriyor:
“Türk Tarih Kurumu’nun Alaca Höyük’ te yaptığı kazılar sonucunda ortaya çıkardığı 5500 yıllık maddi Türk tarih belgeleri, cihan kültür tarihinin yeni baştan incelenmesini ve derinleştirilmesini gerektirecek niteliktedir.” (1 Kasım 1936, Atatürk).
Birçok tarihî eserimizin yabancı misyoner ve araştırmacılar tarafından yurtdışına kaçırılması çok üzücüdür; bunun yanında bu eserlerin kıymeti bilinmeyip bizim değil de yabancılar tarafından araştırılıp çıkarılması daha da düşündürücü ve üzüntü vericidir.
Acilen Türk Dünyası üniversiteleri bilim insanları, arkeolog ve antropologları devreye girerek dünya uygarlık tarihine büyük ve yaşamsal katkılar vermiş olan dip kültürümüzü ve kültür varlıklarımızı sahiplenmeli, projeler oluşturmalı, araştırmalarını derinleştirmeli ve tüm dünyaya tanıtmalıdır. Bu konuda devletimizle birlikte tüm Türk Dünyası devletleri bu önemli konuya destek vermeli, bununla yetinilmemeli, özel sektör kurumlarından da vergisel avantajlar eşliğinde destekler alınmalıdır. Tarihini bilmeyen ve sahiplenmeyen toplumlar geleceklerine yön veremezler.
Tarih Gelecektir!
Kaynaklar
Memorial of Rev. Henry Marden: Given at the Reunion of the Mccollom Institute, Mont Vernon, N.H., Aug. 21, 1890 Hardcover – July 18, 2023 by Frank Gray Clark (Author)
https://www.gutenberg.org/cache/epub/19939/pg19939-images.html - The Project Gutenberg eBook of History of the missions of the American Board Of Commissioners For Foreign Missions to the oriental churches, Volume II.
https://dn790008.ca.archive.org/0/items/missionaryherald781amer/missionaryherald781amer.pdf - Missionary Herald - 1882.
https://www.youtube.com/watch?v=eQof_OprPzM - Anıtkabir'de 6.000 kişi ile oluşturulan canlı Atatürk Portresi.






Yorumlar