KÜPELİ TÜRKLER
Güncelleme tarihi: 1 May 2023
Türk Kültüründe ''Küpe'' nin çok önemli bir yeri vardır. Üstelik çok eski zamanlardan günümüze dek yalnızca bir kadın-hatun süsü ya da takısı değil aynı zamanda er ve erkeklerin de kullandığı kadim bir takı olmuştur. Ancak uzunca bir süredir kendi kültürümüze yabancılaşmış (yabancılaştırılmış) olduğumuzdan ötürü, ataerkil tavır, engel ve ''Erkek adam küpe takar mı ?'' gibi söylemler ile takı ve diğer (ör...dövme, uzun örgülü saçlar...) çok eski zamanlardan gelen kültür ve geleneklerimiz unutturularak baskı altına alınmıştır.
Göktürkler’de ''Savaşçı'' ve ''Alp'' olmak için bir takım geçiş ve erginlenme (inisiyasyon) törenleri yapıldığı anlaşılmıştır. Ata mağarasında yapılan bu törenler kan akıtma, ant içme ve kulağa delik açma gibi, gençleri ''Er'' olmaya hazırlayan ritüellerdi. Ancak bu ritüellerden sonra ''Alp'' olunabilir ve gerek toplum ve boyların arasında saygınlık ve savaşlarda başarı sağlanabilirdi. Savaşta ölen ''Alp'' lar ''Eren'' olur ve Tanrı katına yükselebilirdi. Türklere’de gökyüzünde ulu ve kutsal bir hayat sürebilmek için ''Alp'' olmak şarttı (Şamanizm-Gök Kültü). Türklerin İslam dinine geçişi sonrası ise "Kamil İnsan" kavramı ile birlikte ''Alp-Eren'' tanımı kullanıldı.
Orta Asya Alp ve Bey Balbal’larının (Taşbaba'larının) bir çoğunda bu ritüelllerin izlerini görürüz. Ellerinde ''Ant Kadehi'' tutarlar ve bir çoğunun kulağında küpe vardır. Romen din tarihçisi ve filozof Mircea Eliade’ a göre Orta Asya Erginlenme törenlerinden biri Kulağa Delik açmaktı. Bu, erginlenme töreninden geçen Er'in “Tanrısal” gizli bilgiye sahip olduğu ve bütün sırları bildiği anlamına gelir. O artık tüm boy ve soy-kültür mitlerini, Ataların ve şaman-pagan inancından kaynaklanan Tanrısal varlıkların isimlerini bilen kişidir ve bir anlamda Eren’dir.
İşte bu yüzden, Türkçedeki “Kulağı delik” deyişi ''her şeyi duyan ve tüm sırları bilen'' anlamında kullanılır. “Kulağına küpe olsun” deyimi de “Bu söylenen sırları unutma, hep anımsa...” anlamındadır ve yine geçmişi bu eski Türk ritüelleri ile alakalıdır. ''Kulağı kesik'' nereden gelir?... Büyük bir hata yapanın ya da ulu orta konuşulmaması gereken sırları açıklayanların küpesi hızla çekilir ve kulak yırtılır ceza olarak...
Erliğini kanıtlamış ve savaşlara katılmaya hak kazanmış Türk gençlerinin saçları belikler şeklinde örülürdü. Savaşlarda kazandıkları zaferleri saçlarıyla bağlantılı görülürdü. Uzun saçların yenilmezlik ve güç verdiği düşünülürdü.
Gördüğümüz gibi, ''Küpe takmak'', eski Türk erginlenme (inisiyasyon) ritüellerindendir. Ergenlik ve savunma-savaş çağına gelmiş erkeklerin kulakları delinir, soy ve kadim kültür sırları, ataların isimleri ve gizli bilgiler genç ergene aktarılırdı. Bu aşamadan sonra erginlenmiş, er-erkek olmuş ve görev almaya hazır hale gelmiş sayılırdı...
TANRIÇA UMAY ANA
Hakasya'da bulunmuş Tanrıça Umay Ana betimli küpeler. 8. yy. Başının etrafında kutsallık halesi vardır ve elinde, Süt Ak Gölden (Samanyolu) getirdiği süt dolu kase tutar. Bu süt damlasını yeni doğan çocukların ağzına damlatır ve onlara tin (can) verir. Süt, Şarap, Şerbet, Kımız mitolojilerde “Hayat Suyu-Can Suyu” bağlamında en çok kullanılan sembollerdir. Doğayı, Ağaçları, İnsan ve Hayvan yavrularını korur.
Savaşçı Alplar ise savaşta başarı ve yiğitlik için ona algış-dua eder. Gökyüzünden ''Kuş'' kılığında iner bu yüzden kanatlı olarak ta betimlenir. Kuş kılığına girdiği zaman ''Hüma Kuşu'' ya da ''Hümay Kuşu'' adını alır. Başında "Üç Dilimli Tacı" bulunur.
Şimdi Türk Kültüründeki bazı kadim küpe örneklerine kısaca bakalım...
1906 yılında Alman arkeologların Turfan seferi tarafından "7 Yıldızlı Buda" olarak adlandırılan, Doğu Türkistan Sorçuk (Shuerchuk) Buda Tapınağındaki freskler. Fresklerde kulakları küpeli Uygur Tiginleri (Prensleri) resimlenmiştir. Sorçuk önemli bir Uygur-Budist merkeziydi. MS 8-9.yüzyıllar. Bu freskler şu anda Berlin Müzesi'ndedir.
Ukrayna Kırım'ın doğusundaki Kerç Şehri yakınında bulunan bir İskit-Saka Kurganı'dır (MÖ 400'ler)...
Avarlara Ait Buluntu Yerleri ve Arkeolojik Buluntular
Avarlara ait bütün belge ve buluntuları incelemek olası görünmemekte; ancak bulunmuş olanları ismen göstermek Avarlar'ın Avrupa coğrafyası üzerindeki etkisini anlamak bakımından yerinde olacaktır.
* Karpat Havzası sınırlarına dahil olarak Macaristan’da; Környe, Keszthely, Zamárdi, Kölked, Szeged, Dunaszekcső, Előszállás, Dunajuváros, Pécs, Alattyán, Ürbőpuszta, Kiskörös, Zsámbok, Budapeşte, Kisköre, Szegvár, Deszk, Čoka, Kiszombor, Tizsavárkony, Kecskemét, Kunbábony, Bócsa, Kecel, Tépe, Kunágota, Igar, Ozora-Tótipuszta, Szentes, Csengele, Iváncsa, Kunszentmárton, Várpolata, Üllő, Pókaszepetk, Szarvas, Orosháza, Tizsafüred, Hortobágy, Csákberény, Zalakomár; * Slovakya’da; Želovce, Komárno, Žitavská Toň, Holiare, Nové Zámky, Devínska Nová Ves; * Avusturya’da; Zillingtal, Sommerein, Leobersdorf, Mödling, Zwölfaxing, Wien, Mistelbach; * Sırbistan’da; Čelarevo, Novi Bonovci, Pančevo (Pançova), Vojka; * Romanya’da; Teiuş bölgeleri Avarların arkeolojik buluntularını izleyebileceğimiz yerlerdendir (Pohl, 2002, s. 516).
Diğer taraftan tamamı Avarlara ait olmasa da Avar etkisini barındıran ; * Avusturya sınırları içerisinde Linz-Zizlau, Krungl, Hohenberg, Wimm, Köttlach; * Hırvatistan’da; Kašić, Cetina; * Çek Cumhuriyeti’ne bağlı Mikulčice, Staré Město; * Slovakya’da bulunan Blatnica; * Macaristan’da; Sopronkőhida, Zalavar, Borjuállás gibi bölgelerden de söz etmek gerekmektedir.
Bu bölgelerde yapılan arkeolojik kazılarda çok çeşitli madenler kullanılarak yapılmış, değerli eşyalar, süs eşyaları, alp küpeleri, kap-kacak, silahlar, at koşum takımları, giysilerle ilgili ipuçları sağlayan kumaş parçaları, paralar, kemer uçları ve tokaları gibi pek çok buluntu elde edilmiştir. Ancak Slovakya’nın Zemiansky Vrbobok adlı bölgesi, Macaristan’ın Firtoşu bölgesi ile Avusturya’nın Hellmonsödt bölgeleri barındırdıkları hazine buluntuları nedeniyle son derece önemlidir (Pohl, 2002, s. 516).
Ahmet Yesevi ve Horasan Erenleri okulunun bir önemli temsilcisi olan Hace Bektaşı Veli 13. yüzyıldan itibaren başta Anadolu olmak üzere, Doğu Avrupa ve Macaristan’a Alevi-Bektaşi inanışı ve geleneklerinin yayılmasını organize etmiştir. Macaristan'daki Gül Baba Türbesi bunun örneklerinden biri…Gül Baba, 15.yüzyıl sonu ve 16. yüzyıl başlarında yaşamış, Budapeşte’nin Budin kısmında türbesi bulunan ünlü bir Türk şairi ve düşünürüdür. Evliyâ Çelebi’nin babasından naklettiği bilgiye göre, Gül Baba, Merzifonlu bir Bektaşi dervişidir. Budapeşte'ye gülün Gül Baba tarafından getirildiği söylenir.
Değerli hocamız Prof.Dr. Emre Kongar, Gül Baba Türbesi'ne bugünkü görkemini kazandıran kişilerin başında gelmekte... Bu kişilerin ısrarlı, titiz çabaları sonucunda Gül Baba bugün Avrupa’nın ortasında Türk ulusu ve kültürünü temsil eden ulu bir ziyaret yeridir.
Kongar’ın naklettikleri şöyledir:
"Yıl 1994. Zigetvar' da Kanuni Sultan Süleyman Anıtı açılmış, Budapeşte' de Gül Baba Türbesi geziliyor. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, açılıştan ve anıtın dikilmesinde gösterilen büyük başarıdan fevkalâde keyifli. Osmanlı dehasının, devşirmelerden oluşan Yeniçeri ordusunu İslâmlaştırmakta işlevsel kıldığı Bektaşiliğin babalarından Gül Baba'nın türbesini bu keyifle gezmeğe başlıyor ve binanın neredeyse çökecek olan yıpranmış hâlini görünce bütün keyfi kaçıyor. Oysa Gül Baba türbesinin restorasyonu da plânlanmış. Mimarı bulmuşuz, hatta projeyi bile çizdirmişiz, fakat para yok. Bütün bu işlerin arkasındaki motor güç olan Güzel Sanatlar Genel Müdürü Mehmet Özel, Macar mimar Tamas Pinter'i de türbe ziyaretine çağırmış. Pinter, restorasyon eskizleri elinde, gözleri bende, bekliyor.
Cumhurbaşkanı‟nın yanına yaklaşıyorum: “Bir dakika size bir şey gösterebilir miyiz?” diyorum. Benim, bütün gezi sırasında, olayı düzenleyen kişi olarak geride sessiz bir biçimde durduğumu bilen Demirel hemen, “Buyrun” diyor. Derhal Pinter'i çağırıyorum ve restorasyon projesi, eskizler gösterilerek, bir iki dakika içinde Cumhurbaşkanı‟na anlatılıyor. Demirel bana dönüyor, “Bu projenin malî portresi nedir? ” diye soruyor. “Bir milyon doları aşmaz.” diyorum. Cumhurbaşkanı, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti için bir milyon dolar nedir ki, hemen başlayın. ” diyor...
Mengüç ya da Mengüş. KÜPE...
Bektaşilik'te mücerred derviş “dünya ve âhiret kaygısını bir yana bırakıp Tanrı'ya gönül veren ve sadece O'na bağlanan derviş” olma töreni sonrası takılır. Mücerredlik evlenmeme ve cinsel ilişkide bulunmamayı gerektirir... Hace Bektaş ilçesindeki pir meydanında ikrar (açık etme, söyleme, söz) verdirilir ve kulağına mengüş-mengüç adı verilen küpe takılır. Halka bir küpedir.
Kulaktaki küpe o dervişin bir tür rütbesi gibi olup saygınlığıdır... Ancak ikrarını bozarsa, evlenerek ya da evlenmeden nefsine sahip olamazsa, bu derviş Hace Bektaş pir meydanına tekrar çağrılır ve herkesin huzurunda, mengüş-mengüç kulağından çekilip alınır. Ekşi Sözlük...
Son Söz...
Hiç kimseyi, genci, yaşlıyı, cinsiyeti ya da cinsel tercihi ne olursa olsun hiç bir insanı inancı, küpesi, dövmesi, saç örgüleri ya da örtünme-giyinme tercihleri yüzünden yargılamamayı öğrenmemiz dileğiyle...
Kaynaklar :
Bu değerli çalışma için teşekkür ediyorum. Bu yazıda geçen Alp ve Eren kavramlarını okuyunca Saraybosna’da üzerinde Mostar Köprüsü bulunan Neretva Nehrinin ilk çıktığı yerde de Alperen Dergahı bulunduğunu anımsadım. Alperen Dergahının Saray Bosna’nın fethinden önce oraya giden Anadolu Erenleri tarafından kurulduğu öğrenilmiş olup ve günümüze kadar da ayakta kaldığı görülmüştür. Bir diğeri de Anadolu‘da Huma Kuşu çok önemli bir mitolojik kavramdır. Kimine göre ayakları olmadığı için yere inemeyen mitolojik bir kuş, kimine göre de sevgiliye yakılan bir uzun havanın adıdır. Bu kavramlar ile çalışmada geçen kavramların tarihin derinliklerinden günümüze ulaştığı kanaatinde olduğu belirtmek isterim.