ATATÜRK VE TÜRK DÜNYASI
- Haluk Hızlıalp

- 12 dakika önce
- 5 dakikada okunur
Sonsuzluğa intikalinin 87.Yıldönümünde rahmet ve minnetle anıyoruz Atam; ilelebet izindeyiz !!!
“Beni olağanüstü bir kişi olarak yorumlamayınız. Doğuşumdaki tek olağanüstülük Türk olarak dünyaya gelmemdir.” diyen Atatürk, diğer bir sözünde de;

“Ben her şeyden önce bir Türk Milliyetçisiyim. Böyle doğdum, böyle öleceğim. Türk birliğinin, bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. Türk birliğine inanıyorum, onu görüyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk birliğiyle açacaktır. Dünya sükununu bu fasıllar içinde bulacaktır. Türk’ün varlığı bu köhne aleme yeni ufuklar açacak, güneş ne demek, ufuk ne demek, o zaman görülecek.” ifadelerini kullanmıştır.

Bu ifadeler Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet'in ilanı süreçlerinde Kırım Tatar Türkü fikir adamı, eğitimci ve yazar-yayıncı İsmail Gaspıralı'nın (1851-1914) Türk Dünyası ile ilgili ''Dilde-Fikirde-İşte Birlik'' idealini içselleştirmiş olduğunu göstermektedir.

Türk şair, romancı, düşünür, deneme yazarı, gazeteci, senarist ve eleştirmen Attila İlhan Atatürk'ün bu konuda Türk yazar, sosyolog, şair ve siyasetçi Ziya Gökalp (1876-1924) ve Tatar Türkü Kazan'lı tarihçi Yusuf Akçura'nın (1876-1935) görüşlerinden çok faydalandığını belirtir.
Türkiye’nin dış politikasıyla ilgili temel ilkeler, Mustafa Kemal’in 24 Nisan 1920 tarihinde Meclis oturumunda yapmış olduğu konuşma doğrultusunda şekillenmiştir. Türkiye’nin izlemesi gereken dış siyasetin açık ve uygulanabilir, aynı zamanda ulusal olması gerektiğini savunmuştur.
Mustafa Kemal TBMM’nde yapmış olduğu bir konuşmasında:
“Efendiler, bu dünyayı beşeriyette asgari yüz milyonu mütecaviz nüfustan mürekkep bir Türk milleti azimesi vardır ve bu milletin saha-i arzdaki vüs’ati nisbetinde saha-i tarihte de bir derinliği vardır… En bariz ve en katı ve en maddi delail-i tarihiyeye istinaden beyan edebiliriz ki, Türkler onbeş asır evvel Asya’nın göbeğinde muazzam devletler teşkil etmiş ve insanlığın her türlü kabiliyetine tecelligah olmuş bir unsurdur…”
...sözleri ile Türkiye dışında yer alan Türk Dünyası’nın varlığına işaret ederken; yine başka bir konuşmasında ise: “Türkiye dışında kalmış olan Türklerin kültür meseleleriyle yakından ilgilenilmelidir” ifadesi ile Türk Dünyası’na ve Türk Dünyası’na ait meselelere kayıtsız kalınmaması gerektiğini önemle vurgulamıştır.
Cumhuriyetin 10.yılı kutlamaları vesilesiyle 29 Ekim 1933 gecesi halkla iç içe olduğu esnada, Türk Ocağında yabancı diplomatlara verilen bir yemekte soru sormak için gelen kişilerden biri, Zeki isimli 25 yaşlarında bir doktordur, şunu sorar: “ideal olarak bize ne bıraktınız?” sorusu üzerine; kalabalıktan genel müdür odasına çekilen Mustafa Kemal, duvarda asılı haritayı göstererek olağandışı bir öngörü içeren şu açıklamaları yapmıştır:

“Düşün bir kere Osmanlı İmparatorluğu ne oldu? Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ne oldu? Dünyayı ürküten Almanya’dan bugün ne kaldı? Demek ki hiçbir şey sürgit değildir. Bugün Sovyet Rusya dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir. Bugün elinde tuttuğu milletler, avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşır. O zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim, bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, öz kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız.”
“Milletler buna nasıl hazırlanır?” sorusuna ise, konuşması içerisinde şu satırlara dökülmüş sözlerle cevap verir:
“Manevi köprülerini sağlam tutarak! Dil bir köprüdür; İnanç bir köprüdür; Tarih bir köprüdür. Bugün biz, bu kitlelerden dil bakımdan, gelenek, görenek, tarih bakımından uzak düşmüşüz. Bizim bulunduğumuz yer mi doğru, onlarınki mi? Bunun hesabını yapmakta fayda yoktur. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekir. Tarih bağı kurmamız lazım, folklor bağı kurmamız lazım… Bunları kim yapacak? Elbette biz. Nasıl yapacağız? İşte görüyorsunuz dil encümenleri, tarih encümenleri kuruluyor. Dilimizi onların diline yaklaştırmaya böylece birbirimizi daha kolay anlar hale gelmeye çalışıyoruz. Ortak bir mazi yaratmak peşindeyiz. Bunlar açıktan yapılmaz, adı konularak yapılmaz, bunlar devletlerin ve milletlerin düşünceleridir.”
Mustafa Kemal yapmış olduğu bu çalışmalar karşısında kendisini eleştirenlere ise şu cevabı vermiştir:
“İşitiyorum, benim dil ile tarih ile uğraştığımı gören bazı vatandaşlar, Paşa’nın işi yok, dille, tarihle uğraşmaya başladı diyorlarmış… Benim işim başımdan aşkın… Ben bugün ileri bir Türkiye kurmaya ne kadar çalışıyorsam, yarının Türkiye’sinin temellerini atmaya da o kadar dikkat ediyorum.”
Türk Dünyası içerisinde yer alan, fakat bununla birlikte esaret altında bulunan Türklerin bağımsızlıklarını kazanmaları yönündeki samimi duygu ve düşüncelerini de zaman zaman ifade etmiştir. Mustafa Kemal’e göre, Türk Milleti “Millî Mücadele” den beri, hatta bu savaşa atılırken bile mahkûm milletlerin hürriyet ve bağımsızlık çabaları ile yakından ilgilenmeyi, o davalara yardım etmeyi benimsemiş ve örnek olmuştur. Hal böyleyken kendi kültürdaş ve soydaşlarının bağımsızlıklarına kayıtsız davranması elbette düşünülemez. Zaten bu bağımsızlık ve egemenlik fikirlerini yeşertmesi, sömürgelere örnek oluşturması nedeniyle Batı emperyalizmi her zaman açık ya da gizli bir Anti-Atatürk politikası izlemiş ve izlemektedir. Ülkemizde 1950'li yıllardan bu yana yürütülen siyasal islamcı politikalar bu faaliyetlerin sonucunda ortaya çıkmıştır.
1933’te Doğu Türkistan’ın bağımsızlığını kazanması ve Sovyet Büyük Elçisi Yakov Zaharov Suriç’in Panislamist ve Pantürkist suçlamalarda bulunması üzerine, dönemin Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü (Aras) Bey, Türkiye’nin Doğu Türkistan’ın bağımsızlığını kazanması ile ilgili görüşünü yazılı olarak şu şekilde izah etmiştir:
“Siyasi istiklallerini kaybetmiş milletlerin, bunu geri almak uğrundaki mücadelelerini su-i telakki etmek prensiplerimizden çok uzaktır. Son seneler zarfında orta ve uzak şarkta milliyetperverlik cereyanlarının kuvvetlenmesi tesiriyle Şarki Türkistan’da tezahür eden bu hareketleri de bilhassa aynı soydan olan bir cemaate taalluk etmesi itibariyle memnuniyet ve takdirle karşılarız.” (Mehmet Saray, Türkiye ve Yakın Komşuları, 2006).
Tam burada, Batılı ve Rus tarihçilerin önemli bir bölümünün 19 ve 20. yüzyıllarda Türkistan olarak anılan ve binlerce yıldır Türk kültür ve dilli halkların yaşadığı, büyük devletlerin kurulduğu coğrafyaları ''Orta Asya - Middle East'' olarak; binlerce yıllık uygarlık geçmişi ile birlikte Selçuklu ve Osmanlı Türk devletlerinin kurulup egemen olduğu Türkiye Anadolu'sunu ise ''Küçük Asya - Asia Minor'' olarak dünya akademi literatürüne sokma çabaları, buna karşılık bizim sözde ''aydın''larımızın da sorgulamadan bu tanımlamaları kabul etmesinin çok düşündürücü olduğunu belirtmeden geçmeyelim. Buradaki sömürgeci amaç; ''Türk'' ile bağlantısı olan tüm tarihsel, etimolojik, kültürel, coğrafi ad ve kimliğin ortadan kaldırılmasıdır. Nerede bir Türk bağlantısı varsa o varlık ya da adın hemen başka bir şeyle değiştirilmesi gerekir. Bu konuda değerli hoca Prof.Dr. Semih Güneri'nin aşağıdaki makalesi aydınlatıcı bir bakış açısı getirmektedir:
Mustafa Kemal’in Türk Dünyası’na olan ilgisine karşılık, Türk Dünyası içerisinde yer alan Türk topluluklarının da Mustafa Kemal’e ve onun kurduğu yeni Türk Cumhuriyeti Devleti’ne karşı büyük bir sevgi ve ilgi duyduklarını görmekteyiz.

Daha “Millî Mücadele” devam ederken gelen iki kişilik Buhara Elçilik Heyeti, Türkistan Türklerinin selamları ile birlikte Mustafa Kemal’e bazı hediyeler takdim etmişlerdir. Bu hediyeler arasında özellikle dört tanesi dikkat çekmektedir. Bunlardan üçü Buharalı kılıç ustalarının yapmış oldukları pala şeklinde kılıç, biri de Timur’a ait bir Kur’an-ı Kerim’dir.
17 Ocak 1921 tarihinde konu ile ilgili olarak TBMM kürsüsünden Mustafa Kemal şunları söylemiştir:
“Muhterem arkadaşlar! Türkistanlı kardeşlerimiz Sakarya Zaferi münasebetiyle bize üç kılıç ve bir de Kur’an-ı Kerim göndermişler. Türk Milleti adına kendilerine teşekkür ederim. Bu mukaddes kitabı Türk Milletine emanet ediyorum. Bu üç kılıçtan birini ben aldım, ikincisini İsmet Paşa’ya verdim. Üçüncüsünü de İzmir fatihine saklıyorum. Bu kılıç İzmir’e ilk giren kumandanın beline takılacaktır.”
Nitekim üçüncü kılıç daha sonra İzmir’e ilk giren süvari zabiti Şeref Beye verilecektir. Adı hiç duyulmayan bu kahraman Türk subayı o günlerde İzmir Fatihi olarak isimlendirilmiş ve Mustafa Kemal Paşa tarafından kendisine İzmir soyadı verilerek adı adeta İzmir'le özdeşleştirilmiştir.
Sayı olarak herhangi bir bilgiye rastlanılmamakla birlikte, Türkistan Türklerinin Türk Millî Mücadelesine katıldığını ve şehit düşen Türkistanlılar için bir anıt mezarın yapıldığını da bilmekteyiz.

Kitabesinde “Türkistan Türklerinin Balkan, I. Dünya Savaşı ve Türk Millî Mücadelesine katılan Türkistanlı kahramanlar, bugün Kemalizm güneşinden nur alan Anadolu’da yatmaktadırlar.” ifadelerinin yer aldığı bu anıt mezar Tarsus’ta bulunmaktadır.
Mustafa Kemal’le ilgili Türk Dünyası’nda yankı bulan bir başka konu da, onun vefatı (uçmağa, ölümsüzlüğe, Türk Ulusu'nun ve tüm dünyanın yüreğindeki sonsuz ve özel yerine intikali) olmuştur. Atatürk’ün ölümü bütün dünyada olduğu gibi Türk Dünyası’nda da büyük bir yankı yapmıştır.

Özbek Türkleri adına “Yaş Türkistan Dergisi” ne gönderilen bir telgrafta:
“Türk soyu bugün en büyük oğullarından birini kaybetmiştir.”

Ölümünün 87.yılında Büyük Atatürk’ü; rahmet, sevgi, minnet ve özlemle anıyorum. Ruhu şad olsun.
Kaynaklar
Mehmet Saray, Türkiye ve Yakın Komşuları, 2006.
Attila İlhan, Hangi Atatürk, 1981.
Attila İlhan, O Sarışın Kurt, 2007.
ATATÜRK’ÜN SÖYLEV VE DEMEÇLERİ, Cilt- III (1925-1938) (Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları) Sayfa 186, 143, 187,182, 85, 209, 229.
https://ankaenstitusu.com/ataturkun-jeopolitik-bakisi/ - ATATÜRK’ÜN JEOPOLİTİK BAKIŞI.






Yorumlar