TÜRK-DEVLET-ADALET-BAĞIMSIZLIK
Güncelleme tarihi: 16 Nis 2023
Türkiye Cumhuriyeti’nin günümüzdeki yönetim biçimi bizim tarihimize ve kültürümüze ne kadar uygun ??!!...
Eski Türklerdeki devlet yapısının temelinde dört unsur vardır. Bunlar; halk, özgürlük, ülke ve kanundur. Halk, boyların bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Bağımsızlık, Türklerin büyük önem verdiği bir unsurdur ve bunun için mutlak bir devlet yapısı gereklidir. Ayrıca her Türk devleti belirli bir coğrafya üzerinde kurulmuştur ve Türk devletleri kanun anlamına gelen töre hükümlerine göre yönetilmişlerdir. Adalet, eşitlik ve insanlık törenin değişmeyen hükümleridir. Bu hükümler kişi hak ve özgürlüklerini güvence altına almaktadır. Eski Türkler sıkıdüzen (disiplin), özgür düşünce, yüreklilik, atalara ve geçmişe bağlılık gibi özelliklere sahip bireylerden oluşmuşlardır.
Bu özet çalışmada Eski Türklerin devlet refah, uygarlık ve düzenini geliştiren söz konusu kavramları özet olarak incelenmekle birlikte bu kavramların uygulanmadığı ya da bozulduğu zamanlarda ise çöküşün, gerilemenin ve kaçınılmaz dönüşümün gerçekleşmesi ele alınmaktadır.
Töre (Kanun)
Eski Türk devletlerinde hâkimiyetin (Kut) kaynağı olan Tanrı (Tenri, Tengri), hâkimiyetini hükümdar aracılığıyla, hükümdar ise töre yoluyla kullanırdı. Bu çok önemlidir ve dünya tarihindeki diğer monarşik devlet sistemlerine göre önemli bir fark gösterir. Dolayısıyla Türklerde devletin varlığı ve sürekliliği ‘’töreye’’ bağlıydı ve devlet töre hükümleri çerçevesinde yönetiliyordu. Töreler, genellikle halka veya kurultaya danışılarak çıkarılmıştı. Bu anlayış en geniş anlamıyla toplumun ortak bilincinin ürünü olan Türklere özgü bir hukuk kodu olarak ortaya çıkmıştır.
Türk töresine göre; Kağan’ın en başta gelen görevi devletin birlik ve beraberliğini sağlamak ve korumak üzere ekonomik refahın, adaletin ve barışın-düzenin sağlanmasıdır. Bunun için Kağan’ın adil töreler yaparak bunları adaletle uygulaması yönetim hakkının devamlılığı ve halkın kendisine saygı göstermesi için elzemdir. Aksi takdirde Kut’un Tanrı tarafından geri alındığı inancıyla Kağan’ın tahttan indirilmesi söz konusudur.
Orta Asya Türk devlet geleneğinde kut bir Tanrı bağışı (ihsanı) olarak kabul edilirken, kut sahibi olan siyasal iktidar töre hükümleriyle sınırlandırılmıştır (Eski Türklerde Yasama/Yürütme ayrılığı). Töre hukuku kapsamındaki kurallar bütününün oluşturduğu ortam hukuksal/ussal yetke (otorite) ile siyasal geçerlilik (meşruiyet) arasında bir ilişkinin bulunduğunu göstermektedir. Hukuksal/ussal nitelik, Kağanların yaptıkları işlerden dolayı hesap vermeleri ve hatta geçerliliğini kaybeden yönetimin buyruklarına uymama hakkının uygulanması karşılığıdır.
Eski Türklerde töre; iki şekilde ortaya çıkmaktadır. Bunlardan biri, kurultaylarda verilen kararların töre olarak kabul edilmesidir. Diğeri, törenin halk içinde kendiliğinden ve yavaş yavaş oluşabilen ‘’yosun’’ denilen örf-gelenek-görenek kurallarının Kağan tarafından kabulüyle töre şeklini almasıdır. Başa geçen her Kağan’ın mutlaka bir töre oluşturması zorunlu olduğu için töre aynı zamanda yasama gücünün de bir sembolü olarak görülmektedir. Törenin ortadan kalkması devlet düzeninin ortadan kalkması anlamına gelmektedir. Devlet düzeninin işlemesi, hükümdarın devleti yönetmesi, halkın huzur içinde yaşaması törenin doğrudan uygulanmasıyla bağlantılıdır. Eski Türk devletlerinde törenin Kağan tarafından düzenlenmesi veya ortaya çıkan yeni ihtiyaçlar doğrultusunda şekillendirilmesi gerekmektedir. Töre, yalnızca Kağanın töreye uygun hareket etmesi ile uygulanmaz. Törenin uygulanabilmesi için devletin ileri gelenlerinin uyum içerisinde hareket etmesi de gereklidir. Töre, Kağan tarafından temsil edilmekle birlikte ondan daha üstün bir konumdadır. Çünkü töreye karşı çıkan Kağan kutunu yani hakimiyetini de kaybeder. Türkler sınıfsız bir toplumsal yapıya sahip olduklarından töre hükümleri tüm yurttaşlara eşit bir biçimde uygulanmıştır. Adalet, faydalılık, eşitlik ve insanlık törenin değişmeyen hükümleridir. Töre sayesinde toplumun devlete bağlılık ve güveni daha da artar. Töre, devletin belli kurallar içinde işlemesini sağladığından toplumun devlete olan güven ve bağlılığını da arttıran önemli bir unsurdur. Türklerin tarih boyunca oldukça geniş bir coğrafi alana yayılması ve yerel kültürlerle karışması ile töre kavramı da daha fazla anlam içermeye başlamıştır. Töre; din, gelenek, görenek, örf, yargı, hak, hukuk, duruşma, celse anlamlarında da kullanılarak bir anlam genişlemesine uğramıştır.
Türk Devlet Niteliklerinin Mutlak Monarşik Rejimlerle Kıyaslanması
Monarşi sözcüğü Fransızca “Monarchie” kelimesinden dilimize girmiş olup Yunanca “Tek Şef” anlamına gelen ‘’Monos’’ ve ‘’Archein’’ kelimelerinden türemiştir. Tek kişinin yönetimi anlamına gelir. Bir hükümdarın devlet başkanı olduğu bir yönetim biçimidir. Monarşilerde siyasal güç yürütme organında birleşmiş, monark; yasama, yürütme ve yargıyla ilgili tüm yetkileri kendi elinde toplamıştır. Kendisine tanrısal nitelik atfedilen hükümdarlara sahip monarşilerde monarkın Tanrı dahil hiç kimseye hesap verme yükümlülüğü yoktur. Yarı-tanrısal nitelikler atfedilen hükümdarlarların bulunduğu monarşilerde iktidarın sahibi Tanrı tarafından seçilmiştir ve iktidarını Tanrı adına sürdürme anlayışı geçerlidir. Bizlere yabancı gelmeyen bu tür uygulamaların benzerlerini ne yazık ki günümüzde de görüp yaşıyoruz…
Monarşilerde hükümdarlar uyruklarının bazılarını (zengin ve güçlü soylular-oligarklar, etkili din adamları gibi) korumak ve kollamak zorundadır. Çünkü; monarşilerde hükümdar ile halk arasında ara sınıf olarak da tabir edilen senyörler, din adamları gibi elit tabaka yer almaktadır. Zenginliklerin paylaşımında herhangi bir eşitlik bulunmadığından bu elit tabaka lüks içinde yaşar ve yaptığı yüksek harcamalar gelir eşitsizlikliklerinin varlığını yansıtır. Ataerkil bir sistem olan monarşide yönetici halkın mutluluğunu gözetmez. Aksine kişisel çıkarlarını halkın yoksul bırakılmasında görür. Monarşilerde tek kişinin elinde bulunan egemenlik bölünemez niteliktedir. Ayrıca din olgusu siyasal iktidarın bir aracı ve toplumsal algı yönetiminin etkili bir unsurudur. Monark devlet yönetiminde etkili olabilecek sayılı ‘’bilgini’’ ve ‘’erdemli kişileri’’ bulup ortaya çıkarabilecek tek kişidir. Hükümdarın özel çıkarı ile kamunun genel çıkarları adeta özdeşleştirilmiştir. Bu açıdan monarşilerde siyasal iktidarın bölünmesi bir anlamda onun yok edilmesi anlamına gelmektedir. Hükümdarın buyrukları yasa niteliğindedir.
Eski Türk devletleri ile monarşik rejimler tahtın Tanrının bir ihsanı olarak görülmesi ve Kağan’ın Toy kararlarının tümüne uymak zorunda olmaması noktalarında kesişir. Örneğin; Mete Han, devlet meselelerini mecliste dile getiren ve görüşlerini belirten devlet adamlarını dinlemekle beraber son kararı daima kendisi vermiştir.
Ancak danışmadan ve alınan karara uymayarak hakimiyet hakkını kullanan hükümdarlara zaman zaman müdahale de edilmiştir.
Eski Türk devletlerinin monarşik rejimlerden farklılaştıkları önemli alanlar da vardır. Bunların başında; Kağan’ın kötü idaresi sonucunda tahttan indirilebilmesinin mümkün olması, belirli bir veraset kuralının bulunmaması, monarşik devletlerin oldukça merkezi, otoriter bir yapıya sahip olmalarına karşın, devlete bağlı boylar, kavimler ve kent devletlerinin başlarına “Yabgu”, “Şad”, ‘’Çor’’, “Tudun” unvanlı yöneticilerin atanması ve mutlak otoritenin bu kişilerle paylaşımı gelmektedir. Ayrıca Toy (meclis) kararlarının Kağan tarafından mutlaka dikkate alınması zorunludur. Kağan tek başına töreleri belirleyemez; ancak Toy kanalıyla töreleri saptayabilir. Tahta geçiş hakkını elde eden kişi mutlaka Toy’un da onayını almak zorundadır. Toy, yeni hükümdarı kabul ederek siyasal açıdan meşrulaştırdığı gibi; gerekçesini belirtmek suretiyle reddebilme hakkına da sahiptir. Hatun da Toy aracılığıyla devlet yönetiminde söz sahibi kılınmıştır.
Bu sistem Roma öncesi Etrüsk devrinde de (MÖ 1300-MÖ 500) görülür. Jül Sezar'ın MÖ 44’te daimi ‘’Diktatör’’ ilan edilmesine kadar Roma bir Etrüsk geleneği ve yönetim biçimi olan Senato ve Cumhuriyet (SPQR) olarak yönetilmiştir.
Yeni hükümdarın halkın aktif katılımıyla gerçekleşen Türk geleneklerine uygun bir biçimde düzenlenen törenlerle yönetimi devralması ise halk ile devletin bütünleşmesinin bir göstergesi sayılmalıdır. Törelerin yapım sürecinde halka da danışılmakta, töre hükümleriyle Kağan’ın siyasal yetkisi sınırlandırılabilmektedir. Kağanın mutlak monarşilerdeki gibi sınırsız, sorumsuz ve keyfi bir egemenlik hakkı bulunmamaktadır.
Dolayısıyla ve rahatlıkla, günmüz Türkiye’sindeki yaklaşık 21 yıllık devlet yönetim biçiminin eski Türk devlet yönetim biçimine uygun olmadığını söyleyebiliriz.
Ortak bir sorumluluk sistemi tüm devlet yapısına hakim kılınmıştır. Devleti idare etme yetkisi hükümdar dahil hiç kimsenin tek başına elinde toplanmamıştır. Toplumda her bireyin kişisel iyeliğe (mülkiyete) sahip olması ve ülkenin hükümdarın kişisel bir malı olarak değil; atalardan kalan değerli bir miras olarak algılanması monarşilerdeki ‘’tebaa’’ kavramından çok farklıdır. Toplumsal düzeyde sınıfsal bir tabakalaşmanın ve ayrıcalıklı bir ruhban sınıfının bulunmaması monarşik yapılardaki gibi sadece elit bir kesimin devlet yönetiminde etkili olmasını engellemiştir. Monarşik yapılardaki “millet devlet için vardır” anlayışı, Eski Türklerde devletin ulus için var olduğu gerçeğidir ve devleti yöneten hükümdar halkına karşı doğrudan sorumlu kılınmıştır.
Sonuç
Eski Türk devletlerindeki temel kurumları ve devletin dayandığı ana unsurları ele alan bu özet çalışma sonucunda Eski Türklerde görev paylaşımına dayalı, sorumluluk ve işbirliği anlayışına bağlı kolektif bir yönetim anlayışının mevcut olduğu görülmektedir. Hükümdarlık makamı, Ayguci (vezir-öge-başbakan) ve Buyruklardan (diplomat-ordu komutanları…) oluşan yönetim yapısının yanında, devletin bağımsızlığı için büyük önem taşıyan bir ordu teşkilatlanmasıyla devlet yönetiminde alınan kararların katılımcı bir renge bürünmesini sağlayan ‘’Toy’’ adındaki danışma meclisi devlet yönetimindeki temel merkezi kurumlardır. Özellikle Kağanların uygulamaya geçmeden önce Toy ve yürütme (hükümet) üyeleriyle danışma-istişare etmeleri, ‘’Kurultay’’ düzenlemeleri devletin demokratik bir karar alma ve uygulama sürecine sahip olduğunu gösterir. Katılımcı bir devlet yapılanması oluşturulması alınacak idari kararların geçerliliğini de arttırmaktadır. Alınan tüm karalardan halkın ve ulusun önceden bilgilendirilmesi ise devlete güveni arttırmaktadır (Ben yaptım oldu sistemi Türklere uygun bir sistem olmamış ve her zaman huzursuzluk nedeni olmuştur). Türk Kağanı yaptığı icraatlardan dolayı önce Tanrı huzurunda, sonra da kendi halkına karşı sorumludur ve görevlerini yerine getirebildiği sürece yönetimde ve iktidarda kalabilir. Aksi takdirde Kut’unun giderek tahttan indirileceğini bilir.
Kağanın siyasal iktidarının töre ve toy yoluyla sınırlandırılmış olması sınırsız ve mutlak bir egemenlik hakkına sahip olmadığını göstermektedir ve devleti idare etmesinde bireysel yetkinliğinin etkili olduğunu ortaya koymaktadır.
Bu bakımdan Eski Türk devlet sisteminde Kağan’ın mutlak, keyfi, sınırsız bir siyasal egemenliğinden söz edilemez. Monarşik rejimlerden farklı olarak Kağan devlet yönetiminde etkili tek otorite değildir. Devlet idaresinde soylular ve rahipler gibi sınıfsal yapılara yer olmadığından tüm toplumsal kesimler eşit oranda siyasal katılma hakkına sahiptir. Devlet belli bir hanedanın ortak mülkü sayılmayıp belirli bir veraset kuralı ortaya konmamıştır. Bireysel mülkiyete dayalı bağımsız bir ekonomik düzen vardır. Devlet anlayışında adalet veya töreye bağlılık ise meşruiyeti sağlayan ilkedir. Töre yapma ve iktidar hakkı aynı kişide birleşmekle birlikte çıkarılan törelerde halka ve kurultaya da danışılmıştır. Oysa mutlak monarşik rejimlerde kanun yapma veya mevcut kanunları değiştirme yetkisi mutlak erke sahip hükümdara aittir. Devlet teşkilatı, milletin ihtiyaçları göz önünde bulundurularak ve günün şartlarına göre kurulmuş, bağımsızlık devletin temeli olarak görülmüştür. Bağımsızlığın devam ettirilmesinde devleti oluşturan unsurlardan biri olan ulusun her zaman savunmaya ve savaşa hazır bir ordu oluşumuna gönüllü katkıda bulunması gerçeği önemlidir. Ayrıca Türk kağanı Tanrı tarafından bazı güç ve yetkilerle donatılsa da hiçbir zaman kendisini Tanrı-Kral olarak görmemiştir. Türkler, devletin ulusal varlığı koruyan, yaşatan ve geliştiren vazgeçilmez bir kurum olduğunun daima bilincinde olmuşlardır.
Söz konusu kavramlar kadim Türk Kültürü’nde çok eski devirlere kadar gitmektedir. Şimdi bunun bir örneğini aşağıda Kazakistan Tamgalısay kaya resim alanında görelim…
Kazakistan Tamgalısay’da yer alan en önemli bedizlerden (petroglif, kaya resimlerinden) biri. Tamgalısay, Kazakistan’da, Almaata’nın (Almati) 160 km. kuzeybatısında Balkaş Gölü’nün güneybatısında, Yedisu Bölgesindeki Ayırıs (bugünkü Çu) ırmağına açılan vadilerden biridir. 2004’ te “UNESCO dünya mirası” içine alınan bu bölge kadim Türk kültürünün en kutsal alanlarından biri olarak sayılıyor. Sadece 900 hektarlık Tamgalısay içinde 3000’i aşkın kaya çizimi yeralmaktadır. Yapılan araştırmalar sonucu Tamgalısay petrogliflerinin Bronz Çağına (MÖ 3300) tarihlendiği belirtilmektedir. Bazı araştırmacılara göre ise en az on bin yılı aşkın (MÖ 15000 – 4000) bir süreden bugüne kadar Proto-Türk pagan-şaman kültürünün; yakarışlarını, inançlarını, törelerini, yaşamlarını kayalara vurduğu bu alan kutsallığını günümüzde de korumaktadır. Görselde Güneş (Kün) ve Ay ile ilişkilendirmiş, ululaştırılmış ve kişiselleştirilmiş iki betimleme, yakarış ve alkışta (ayin – dua) bulunan bir kaç Şaman-Kam, bu yakarışa katılmış olan kişiler ve canlı ıduklar (adaklar) yer almaktadır. Bu bölgeler ayrıca büyük Kurgan ve gömü alanlarıdır.
Orta Asya İnsanı burada da görüldüğü gibi, tek ve yaratıcı gücü ifade için ‘’Güneş’’ resmi çizmiştir. Bu, onun Güneş’e taptığı anlamına gelmez… Gökte ve yerde gördüğü en kudretli ve de tek olan bu oluşumu, Yaradan’ın simgesi olarak kullanmıştır. Çünkü Güneş hayat verir, toprağı canlandırır, bitkileri yeşertir, insanları ısıtır. Bazen de kurutur, öldürür.
Günümüz Uygur Türkleri, dualarında "Ey Güneş’i ısıtan TANRI!" derler… Yani "Güneş bizi ısıtıyor, ama biliyoruz ki, onu da bir ısıtan var." Bu anlayış Güneş Kültü’nün günümüze yansımasıdır.
Proto-Türkler’de (bu arada bu tanımlamayı Türklerin kadim zamanlardaki Ataları anlamında kullanıyoruz) Güneş, Ay ve Gök Kültleri ile ilgili en eski belgelerden biri yukarda gördüğünüz, Kazakistan Tamgalısay’da bulunan kaya resmidir.
Resmin tarihi, yukarıda da belirtildiği gibi, Sovyet Bilim Akademisi araştırmacıları tarafından MÖ 8000 olarak tesbit edilmiştir. (KAZAK Epigrafikası, G. MUSABAY, A. MAXMATOV, G. HAYDAROV, Almati, 1971)
Kaya resminin anlatmak istediği…
Kün (güneş) ve Eki (Eyki-ay, tamamlayıcısı) gökten yere, Buğ’u ve Hatun’u kutsamak-takdis için inmişlerdir. Resmin sağ alt tarafında (saçlı iki insan figürü) bulunmaktadır. Buğ’a (Bey’e) han ünvanı vereceklerdir. Böyle bir ünvana sahip olan kişiler han ve hatun, halkına hizmet etmek zorundadır.
Bu zorunluluk, 1) bir görev, ve 2) bir Yetki’dir; aynı zamanda 3) Kutsal’dır… Bu yüzden ünvan, ancak Kutsama (takdis) töreni ile verilir.
Resimde ‘’Halay’’ çeker gibi elele tutuşmuş yedi kişi hareketleri ile halkın Han ve Hatun’u desteklediklerini gösterir. Türklerde ‘’Devlet’’ anlayışı ve geleneğinin ne denli eski bir kültür olduğu bu ve benzeri kaya resimlerindeki simgesel anlatımlarda kendini açık bir şekilde göstermektedir.
Kut, Küç (Güç) ve Ülüg (Ülüş) - Eski Türk Devletleri Neden Yıkıldı Ya Da Dönüştü ?
Eski Türk devletlerinin bütünlüğü ve gelişimi, toplumsal yapıyı oluşturan Kut (Tanrı’nın yaratması, talih, ömür, refah, servet, devlet takdir etmesi, vermesi), Küç (Güç; Tanrının yarattığı düzeni Türk insanı için kurma ve yürütme erki; bu erki yönetenler Tanrı’dan alır ve Tanrının verdiği söylenir) ve Ülüg/Ülüş yani (adil) paylaşma, bölüşmeye bağlıdır.
Zaman içinde gelişimini, sistemini tamamlayan bir Türk boyu güçlendiğinde devlet yönetimine talip olur. Bir devlet kurar. Bu devlet daha çok onu ortaya çıkaran boy ya da hanedanın adıyla anılır.
Diğer Türk boyları henüz teşkilatlanıp devlet yönetebilecek güce erişmedikleri için bu yönetimi kabul ederler. Etmezlerse anlaşmazlık ve savaşlar olur ve güçlü olan yönetimi elde eder veya mevcut hanedan yönetimini sağlamlaştırır. Bu, Türk tarihinde çokça görülen bir süreçtir.
Tanrının verdiği kut, yönetimin doğruluğu (gücü ulusun yararına kullanma), ülke ve elde edilen diğer zenginliklerin adil paylaşımı ile ulus gelişir, refah sahibi olur, zenginleşir ve ilerler.
Zamanla ülkeyi yönetenler kötüleşip, kalitesizleşince, töre (sistem) bozulmaya başlar, adaletsizlik alır başını gider. Yönetenler ulusu, halkı küçük görmeye, kendi köleleri olarak kabul etmeye, ülkenin ve herşeyin kendilerine ve yanıbaşındakilere (yandaşlara) ait olduğunu ileri sürmeye başlarlar ve ülüg/ülüşe (adil paylaşıma) yanaşmazlar.
Ulus ile devleti yönetenlerin arası bozulur, isyanların önü açılır.
Diğer boylar ve halk devleti yönetenlerden, devleti yönetenler de halktan çekinmeye, korkmaya başlarlar.
Bunun sonucunda yönetenler varlıklarını devam ettirebilmek için yabancı uluslardan elemanları istihdam eder, yabancı ve düşman devletlerle (dış güçlerle) kendi halkına karşı işbirliğine girererek ileride gücü tamamen ele geçireceklerini zannederler…Devlet bir Türk devleti olmaktan çıkar.
Böylece ortaya çıkan bölünme, birbiri içinde anlaşmazlık ve mücadeleler, devleti ve sistemi çürütür, Kut, Güç ve Ülüş dengesi bozulur ve Türk halkı sefalet ve fakirliğin pençesine düşer. Bir anlamda ‘’kıyamet’’ meydana gelir ve Kut, Güç ve Ülüş adil bir şekilde yeniden kurulmazsa devlet yıkılır.
Devletin yıkılması için sonuçlandırıcı darbe bir kısım dış güçleri de yanına alan iç güçlerin saldırısı ile fiilen gerçekleşir. Eğer dış güç iş birlikçi iç güçten daha kuvvetli ise toplum, kültür, dil ve devlet asimilasyonu hız kazanır. Toplum kendi öz kültür ve dilinden uzaklaşır; yakın tarihte de görülebileceği gibi ''aşırı Batı hayranlığı'', ''Araplaşma, Farslaşma...'', ''Amerikan hayranlığı'' gibi normalin ötesinde bazı özentili davranış kalıpları ortaya çıkar.
İşte eski Türk devletleri böyle yıkılmıştır…
Bu karışık süreçten akıl, vicdan sahibi, halkını yüceltme anlayışı doğrultusunda birliği tekrar sağlayabilen ve gücü adalet ile kullanan bir yönetim çıktığı takdirde yıkılan devlet ya da yönetim yeni bir başka devlete ya da yönetime dönüşür. Türk Devletleri yıkılıp başka bir devlete dönüşse de, başka bir inanç sistemine herhangi bir nedenle geçse de kök kültür, gelenek, dil ve inanç sistemi bir şekilde varlığını sürdürür.
Mustafa Kemal Atatürk Osmanlı'dan Türkiye Cumhuriyeti'ne zorlu dönüşüm sürecinin sonunda Türk insanına kendi öz dilini ve kültürünü hatırlatmış, Cumhuriyet Devrimleri ile birlikte yurttaş haline gelmesini, özgüven ve bağımsızlığını kazanmasını sağlamıştır.
Örneklere kısa bakış : (Burada bilinen tarihteki belli başlı oluşumlar verilmektedir. Detaylı bilgi için bkz. ‘’Kitap’’ sekmesi ‘’Tarih Boyunca Türk Devletleri’’ bölümü.)
İskit-Saka İmparatorluğu (MÖ 1000-MÖ 300); Yıktıkları: Med, Urartu ve Asur. Yıkanlar : Sarmat-Got (İskandinav)-Hun.
Zhou – Çu Devleti (MÖ 1122-MÖ 256) : Hunların atalarının Çin coğrafyasında kurduğu devlet, daha sonra Asya Hun İmparatorluğu’na dönüşür…
Asya Büyük Hun İmparatorluğu (MÖ 220 – MS 216) ; MÖ 161 ikiye bölünme (Doğu-Batı); MS 48 Doğu Hun ikiye bölünür; Avrupa Hun İmparatorluğu’na dönüşür (352-469); Ak Hun (Eftalit) Devleti’ne dönüşür (440-710)…Yıkanlar : Ayaklanan Hun kavimleri ve Bizans saldırıları.
Avar Devleti (565 – 835) ; 558’de başka bir Türk Devleti olan Sabar (Sabir) Devleti’ni yıkıp Tuna kıyılarına varırlar…562’de Macaristan coğrafyasında devletlerini kurarlar. Doğu da Göktürkler (552), Batı da ise Franklar tarafından yıkılmıştır (835).
I. Göktürk (Kök Türk) Devleti (552 – 659) ; II. Kök Türk Devleti (682 – 745) ; Yıkan: Uygur Devleti
Uygur Devleti (744 – 840) ; Uygur Devleti Kırgız Türk boylarının saldırıları sonucunda yıkılmış, Kansu (Sarı) ve Turfan Uygurları olarak ikiye ayrılmıştır.
Hazar Devleti (630 – 968) ; Batı Gök Türk (Kök Türk) ve Sabir boylarını yıkarlar. Peçenek Türkleri tarafından yıkılırlar.
Karahanlı Devleti (840-1212) ; İdil Bulgarları ile birlikte tarihteki ilk müslüman Türk Devleti…1212 de Harzemşah Türk Devleti tarafından yıkılmıştır.
Gazne Devleti (963-1186) ; Selçuklular ve Türk-Tacik boylarının kurduğu Gurlular tarafından yıkılmıştır.
Büyük Selçuklu Devleti (1037-1157) ; 1194 Harzemşahlar tarafından yıkıldı. Anadolu Selçuklu Devleti (1077-1308) ; Türk-Moğol istilası ve iç isyanlar (Baba İshak) ile zayıflayıp yıkıldı.
Hârezmşahlar Devleti: (1097-1231) ; Anadolu Selçuklu Devleti tarafından yıkılmıştır.
Timur Devleti (1370-1507) ; Özbek hükümdarı, Şeybani Muhammed Han'ın başkent Herat'ı ele geçirmesi (1507) ile yıkılmıştır.
Bâbür Devleti: (1526-1858) ; Hindistan’da hüküm sürmüştür. Hakim olduğu tarihlerde, Asya’da büyük bir güç oluşturmuş ve kıtasal hakimiyeti sağlamıştır. İç karışıklıklar, taht mücadeleleri ve İngiliz bölücülüğü ile yıkılmıştır.
Altınordu – Altın Orda Devleti : (1227-1502) ; Ruslar üzerinde büyük etkisi olan Kıpçak ve Türk-Moğol boylarının oluşturduğu devletin yıkılışı ise Timur Devleti tarafından olmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu : (1299-1923) ; Osmanlı İmparatorluğu dağılma dönemi, Rus Çarlığı ile Yaş Antlaşması'nın imzalandığı 1792 yılından, saltanatın kaldırılarak devletin lağvedildiği 1922 yılına kadar sürer. Bu dönemde devlet en büyük toprak kayıplarını yaşamış ve Kurtuluş Savaşı sayesinde Anadolu kurtarılabilmiştir. Ağırlıklı olarak dış etkilerle yıkılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti : 1923 - ∞
Örneklerden de görüldüğü gibi, tarihin akışını değiştirmiş olan bir çok büyük Türk Devleti ağırlıklı olarak iç karışıklıklar ve yeni ortaya çıkmakta olan başka bir Türk Devleti tarafından yıkılmıştır diyebiliriz.
Günümüzde ise önemli olan doğru örf ve geleneklerimizi hatırlayıp, uygulayarak çağdaş, özgür, güçler (yasama, yürütme, yargı) ayrılığının, demokrasinin, kanunların, bilimin geçerli olduğu, bağımsız ve kazanımların adil paylaşımına (ülüşe) dayalı bir refah toplumu haline gelebilmektir. Birliği bozmadan, anlaşmazlıkları çözmek, adalet ve töre geleneğine sahip çıkmak ve istişarenin önemini unutmamak gerekir. Eski Türk Devletleri tarihinde de çok parlak dönemler bu sayede ortaya çıkmıştır.
Ünlü Fransız Türkolog Jean Paul Roux’ nun Türkler için söylediği şu söz ile yazımızı sonlandıralım… "Türkler'de imparatorluk kurma eğilimi vardır. Türkler, sözcüğün tam anlamıyla yeryüzünün hükümdarlarıdır. "
Kaynaklar :
Arsal, Sadri Maksudi. (1974). Türk Tarihi ve Hukuk. İstanbul: İ.Ü. Hukuk Fakültesi Yayınları.
Roux, Jean Paul. (1997). Türklerin Tarihi. Çev. Galip Üstün, Beşinci Baskı, İstanbul: Milliyet Yayınları.
Proto - Türklerin İnsan Doğa Evren ve Uygarlık Anlayışları - Prof. Dr. Necdet Sumer
Taşağıl, Ahmet. (1999). “Eski Türk İdaresi”. Tarih ve Medeniyet, Sayı: 58, s.58-62
Durmuş, İlhami. (2008). “Eski Türk Devletlerinin Oluşumunun Temel Unsurları”. Gazi Türkiyat Türkoloji Araştırmaları Dergisi, Sayı: 2, ss.25-44.
Erdoğan, Aysel. (2014). “İslamiyet’ten Önce Türk Devletlerinde Meclis Anlayışı: Toy, Kengeş, Kurultay Örneği. KSÜ Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:11, Sayı:1, ss.39-52.
Gökalp, Ziya (2015), Türkçülüğün Esasları, 3. Baskı, İstanbul: Ötüken Neşriyat.
İnalcık, Halil. (1959). “Osmanlılarda Saltanat Veraseti Usulü ve Türk Hâkimiyet Telakkisiyle İlgisi”. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt: 14, Sayı: 1, ss.69-94.
Özdemir, Gürbüz. (2009). “Batıda ve Türklerde Egemenlik Kavramı”. Dumlupınar Üniversitesi SBE Dergisi, Sayı: 23, ss.123-138.
Geçmişten geleceğe ışık tutan bu değerli çalışma için çok teşekkürler.