top of page

KÜRTLER ve ZAZALAR - 3

Zaza Ve Gurani Dilleri


Genellikle Zaza ve Gurani veya Gorani dillerini kuzeybatı İran dilleri arasında sınıflandırıyoruz. Dilsel komşuluğa ve bu dilleri konuşanların soyut Kürt ulusal yapılanmasına duydukları yakınlığa rağmen, bu iki dili Kürtçeye bağlayamayız.


Zaza dili


1. Yayılma Alanları


Zaza dili, kuzey batıdan Sivas’ın Zara ilçesi, kuzey doğudan Erzincan, güney batıdan Adıyaman’ın Gerger ilçesi, güney doğudan Bitlis’in Mutki ilçesi olarak tespit edebildiğimiz coğrafi noktaların çevrelediği dörtken içinde yaşayan toplulukların konuştuğu lehçelerin bütünüdür. Türkiye sınırları içindeki "Kürt" olarak adlandırılan toplumunun yaklaşık 7'de1'ini (istastiklerden yoksunuz) Zazalar olusturmaktadırlar.


Aynı zamanda Türkiye’nin tüm büyük kentlerinde cemiyet halinde yaşayan iç diyasporadan söz edilebilir. 1960- 70 yılları arasında, Türkiye'den Avrupa’ya yönelik işçi gücünün önemli bir kesimini de Zazalar teşkil eder. Zaza ismi, Türkiye’nin şehirlerinde yerleşik yaşayan Zazalara verilmiştir.


Tunceli’nin (eski Dersim) ilçelerinde kendilerini ‘’Kırmanç’’ olarak bilirler. Ve Kırmanç iki lehçesini konuşurlar. Diyarbakır’ın Dicle (Piran) ilçesinde yaşayanlar ise kendilerini "Kırd", konuştuklari dili ‘’Kırdki’’ olarak adlandırırlar. Sünni bir Zaza için Alevi Zazalar ‘’kızılbaş’’ olarak kabul edilir. Alevi Zazalar içinse Zaza ismi Sünni Zaza'ya takılmış ve onu temsil etmektedir. Yakın komşuları Kürtlerce ''Zaza'' olarak anılsalar da ‘’Dımli’’ (Daylamlig) adı sık sık kullanılır. Tunceli’nın ilçelerinde so-bê ya da şo-bê (allez-venez) ‘’gidiniz-geliniz’’ ismi bu topluluğun üyeleri için kullanılır. Kurmançi lehçesini konuşan Kürtlere gelince, Zazalar "Kırdas" olup, ‘’Kırdaski’’ dilini konuşurlar. Olgunun nedenli karışık oldugunu anlayabilmek için İran ve Irak Kürtlerinin Türkiye Kürtlerini Zaza olarak andıklarını da eklemeliyiz.


Zaza dilinde yazılmış iki el yazmasi bugüne dek yayınlanabilmistir. Malâ Axmedé Xâsi (kökeni Bingöllü olup Diyarbakır’ın Hezan ilçesinde doğmuştur.)’nın mevlüdü 11 hece üzerinden 756 mısra 16 bölümdür. 1903'de 400 örnek olarak gün ışığına kavuşmuştur. Siverek muftüsü Osman Efendi’nin 1903'de yazmış oldugu mevlüt ise ancak 1933'de Şam'da Celadaet Bedirxan’ın düzeltmesi ile gün ışığına kavuşabilmiştir. Günümüzde seçkin araştırmacıların ve aydınların meraklı çalışmaları sayesinde bir kaç Zazaca derlemeyi Siverek, Kor, Bucak, Koza, Çebaxçur, Kiğı gibi ağızların çözülmesiyle sunabiliyoruz.


2. Dildeki Temel Özellikler


Zaza dilinin fonolojik sistemi Kürtçe’nin fonolojik sistemine oldukça yakın olup, kulağa hoş gelen, gösterişli işlemelere ve zengin sessiz vokallere sahiptir. Zaza dilinin tüm lehçelerinde zamirlerin cinslere göre dağılımı rahatlıkla ayırt edilebilir. Sesli harfle biten (özellikle belirgin-i) kelimeler dişi olarak kabul edilir. İsimlerin iki halde çekimleri yapılır; (Doğrudan dolayı) erkek-i/-,Dişi,é/-i/-o çoğul her iki cinste de ân;


Örneğin: az so-n-â zarâ-y bân-i (erkek)

Ez sino zerey ban-i

"je (feu) vais a 1’ınterieur de la masion"

"eve gidiyorum"


Mang-â davij-i *mongey dewic-i

"la vache de la paysane"

"Köylünün inegi"


Mâng-ey dawij-ân *mong-ey devic-on

"les vaches des paysan (nes)"

köylünün (ya da) köylülerin inekleri


kayn-ak-ân bi-yâr-I / keyn-ek–on bên-keyn-o ber

"emmene les filles"

"Götürün Kızları"


Gurani Dili


1. Yayılma Alanları


Gurani dili birkaç yüzbinlik (bugüne dek ne sayım yapılmış ne de istatistik veri olmuştur), Çoğu İran’nın batısında, Kirmanşah şehrinin kuzeyindeki Kuhe Şahan- Dalalü dağlarının yamaçlarından Irak sınırına dek uzanan bölgede yaşayan topluluklar tarafından konuşulur. En önemli yerleşim birimi Gahvâra şehiridir. Sirvan nehrinin kollarından Zimkan’nın geçtiği vadide kurulmuştur. Bir diğer grubu oluşturan Gurâniler daha doğuya yerleşmişlerdir, Dinavar'a yakın Kirmanşah şehrinin kuzey doğusunda, 40 km uzaklıktaki Kandula bölgesidir. Dil açısından Gurânilere yakın olan Hawrâmaniler (bu lehçeyi konuşanlar 20.000 dolayındadır) Sanandaj şehrinin batısında kalan orta Zağros'ta yerleşiktirler. Kartalların gerçek bir yuvası olan Awraman Dağı (2.626m) Şahan dağ silselesinin yedincisidir.


Hawrâmaniler iki kola ayrılır. Luhon Hawrâmanileri, zincirinin güney batısında (en önemli köy merkezi Nawsuda’dır) ve Taaxt Hawrâmanileri dağların kuzeyinde ve batısında yerleşmişlerdir. En önemli köyleri Pâwa, Şaho, Hajij'dir. Diğer yakın diyalekleri konuşan gruplar, konuşanların sayısına göre en önemli olanları, Bâjalânilerdir (veya Boyaran yada Béjwân, Arapçadaki haliyle Bâjwân) İran'ın Kasr-i Şirin, Zohab, Bin Küdra ve Kratü bölgelerinde yerleşiktirler. Bu grubun önderleri Irak’ın kuzeyindeki Hanakan şehrine bağlı köylerde yaşarlar. Küçük bir grup ise Musul'a bağlı, Murat nehrinin doğu şeridindeki köylere dağılmışlardır. Bu gurup yine yakın lehçeleri konuşan ve Kakai aşiretlerinin oluşturduğu konfederasyona bağlı Şabak, Sali veya Sarliyya aşiretleriyle iç içe yaşarlar. Şabaklar (10 ile 20 bin arası hesaplanır) Ali Ras, Yangica, Hazna, Talâra gibi Musul'un kuzeyindeki Jabal Maklüb'a doğru uzanan köylerde, Sarlılar ise aynı bölgede büyük Zab suyunun sağlı sollu köylerinde ikâmet ederler. Çv. Bâjalâniler, Sarlılar ve Şabaklar müslümanlığın Şii kökenli, içine kapalı tarikatlarının, geçmişte Ali Ras (Kara Ali) olarak adlandırdıkları İmam Ali'ye özel bir bağlılık sunan gurupları günümüzdeki temsilcileridir. Bu tarikatların doktrinlerindeki ayrılıklar oldukça karışık ve sorunsaldır.


Yezidiler gibi bu aşiretlerin üyeleri açıkça Kürtlerin giyisilerinden farklı olan Araplara özgü giyisiler giyer, Arap-Müslüman isimleri kullanırlar. Gurânilerin, Bajânilerin, Şabakların ve Sarililerin çoğunluğu en iyi kaliteden çifçi olup (tasarlama sistemleri gözle görülmeye deger), işportacılık mesleğindeki yeteneklerinden dolayı diğerlerinden ayrılırlar.


2. İsim


Gurân/ Gorân ismi Hazar Denizi eyaletleriyle ilişkilidir. Uzmanlar, Gurânilerin ve Zazaların anayurtları ve akrabalarını Hazar Denizi kıyılarında bulmaktadır. Zazalar batıya, Ermenistan platosuna doğru göç ederken Gurâniler güneye, Zagros dağlarının orta kısımlarına yerleşeceklerdir; göçün hemen ardından Kürtçe konuşan topluluklar tarafından istilaya ve asimilasyona uğrayacaklardır. Bitlisi Şerif han Şerefnamesinde (16 yy sonu 17 yy başı) Gurân adını Ardalan (günümüzde Kordestan’ın ilçesidir) ve Kirmanşah bölgeleri halklarını belirlemek için kullanır.


3. Dildeki Temel Özellikler


Gurâni dili Ardalanlı yönetici soyluların konaklarında, şairlerin kullandığı edebi bir dildi. Öylesine ki Süleymaniye'deki ünlü Baban sarayının şairleriyle başlayıp geçtiğimiz yüzyılın başlarına dek sürmüştür. Yine bu dilde, bölgede etkinliği olan Ehli-hak tarikatına ait kutsal talimat ve yönergeler yazılmıştır. Edebi Gurâni dilinin fonetik açıdan temel özellikleri sözcüklerin köklerinde bulunan y-,w-,h ses birimleriyle sürmektedir.


Sesbilimsel (Fonolojik) sistemi Kürtçe’nin, özellikle merkezi Kürtçe’nin fonolojisiyle benzeşmektedir. Sesli (vokalik)

sistemde, uzun vokaller oldukça zengindir. Ses tonu yani vurgular, hareketlilik (değişkenler) temel rolü oynar, belirleyici bir işlev yüklenir. Dilde zamirlerin yapısı, cinsler (erkek-dişi) ve hallerde (Doğrudan eğilimli) normal olarak farkedilebilmektedirler. Lehçelerin çoğunluğunda belirleyici son ek kullanılmaktadır.


Kaynak: Prof.Dr. Joyce BLAU


Guran Veya Goran


Günümüzde Guran, Kirmanşah'tan Kasr-ı Şirin sınırı yakınlarına kadar uzanan ana yolun kuzeyinde ve Dalahu dağının Kuh-i Şahan yamaçlarını da içine alan bölgede yerleşik olan 4.000-5.000 hane dolayına kadar düşmüş bir İran coğrafyası halkıdır. Başkenti Gahvara'dır. Gahvara, Güney Sirvan'daki Zimkan vadisi içinde bulunan Kirmanşah'ın 60 km kuzeyine düşmektedir. Kirmanşah'ın 40 km kuzeybatısında Dinavar kesimine yakın olan Kandula köyünde ayrı bir topluluk yaşamaktadır. Daha birçok diğer kol Hawraman aşiretiyle Badjalan'ı oluşturur. Bu adın ilk biçimi herhalde Goran (Gawran) olmalı. Çünkü bu ad Kürt diyalektlerinde çokça geçer. Gurani'nin kendisi de zaten o 'dan u 'ya, giderek u 'dan ü 'ye doğru bir ses değişimine uğramıştır. Adın kökeni büyük bir olasılıkla ‘’gaw bara-kan’’ "öküzüyle yol sürme" (bkz. Minorsky, age.) sözcüğünün içinde aranabilir. Bu adın Hazar bölgeleriyle bağlantısı kurulmaktadır. Çünkü aynı zamanda yer adı olarak "Gilan", Gurnalar arasında çok yaygındır. Bunların anavatanlarının Hazar olduğu saptamasının kanıtı yine kendi dilleridir.


Bunlarla yakın bağları olan Zaza ya da Dimili halkının batıya, eski Ermenistan içlerine geçmesi sonucu proto Guranlar güneye göçetmiş ve tüm Güney Zagros bölgesine yerleşmiş gibi görünüyor. Daha sonra bunlar, bir Kürt yayılmasına bağlı olarak kuzeyden de çevrilmişlerdir. Dilleri, Kürt işgalcilerinin "merkezi" dilleri üzerinde izler bırakmıştır.


İbn Khurnadadhbih, bu adın ilk biçimini "Cabaraka" olarak veriyor. Benzer biçimler, her zaman Kürtlerle yakın ilişki içine alınarak, İbn Fakih ve el-Mes'udi tarafından da kullanılmıştır. İbn el-Athir, Kuzey Luristan'dan Şahrazur'a kadar uzanan Hasanoyid Hükümdarlığını anlatırken Cavrakan'ın yağmalanmasına sık sık değinmektedir. Mudimal Altawarikh'in yazarı bu adın yerine düzenli olarak "Guranan" adını kullanmaktadır. Şibab el-Din el-Umari, Masalik el-abşar, Hamadan ve Şahrazur dağlarında yaşayan "el-Kuraniye" diye bilinen Kürtlerden sözediyor. Şerefhan, Şerefname'de sanki tüm Ardalan ve Kirmanşah ahalisinden bahsediyormuş gibi "Guran" deyimini ısrarla kullanmış, ancak onların çeşitli yöneticilerini birbirinden farklı olarak ele almıştır. Böylece, ayakta kalan Guran nüfusunun dışındaki tüm diğerlerinin Kürt kabilelerince eritilmesinin giderek geliştiği, ve şu anda varılan benzeşmeye, bir yüzyıldan daha uzun bir süre önce ulaşıldığı gözlenmektedir.


Guranlar, temelde toprak işleyici olmakla birlikte, uzun süre kaliteli asker olmalarıyla da tanınmışlardır. Geçen yüzyıl içinde İran ordusu için 1.000 ile 2.000 kişi arasında değişen düzenli bir birlik sağlamışlardır. Kürt aşiret liderliği altına girenler kimliklerini tamamen yitirdiler. Misken ile eşdeğer anılan Goran adı bugün Şahrasur Kürtlerinde serf-benzeri Kürtçe konuşan köylülük için kullanılıyor.


Ayrıca "Goran" adı, Büyük Zap Suyu’nun kuzeyinde Khazir kolunun Zap Suyu’na katıldığı yerin üstünde kalan kısımda yerleşik küçük bir Kürt grubu için de kullanılıyor. Bu yedi kabile, ki bunlara da "Goran" deniyor, diğer komşularının tersine güney grubu Kürt diyalektlerini kullanmaktadırlar. Bunlar çok belirgin olarak Kirmanşah-Khanakin yöresinden gelerek buraya yerleşmişlerdir.


Dil


Gurani diyalektleri, Kuzey-batı İran grubu içindedir. Bunlardan Hawrami, özelliklerini koruyan en eski diyalektir. Fonolojik özellikleri şunlardır:


a) y ve w ön seslerinin korunması:

H(awrami) yawa, B(adjalani) yaw , K(andulai) yaya "arpa"

H, B wa K va "rüzgar"

H, K wini "kan"

b) Ön w -<hw -:

Tümünde ward "yemek"

H, K war "güneş", warm "uyku"

c) Ön h -<x -: H, K har "eşek", hana "ilkbahar"

d) -rd ->-l -, hatasız olarak Kuzey Batı İran sözcüklerinde; H wili "çiçek"; K zil "yürek"

H ve B genelde meçhul ünlüler e ve o 'yu korurken, bu sesler öteki Gurani diyalektlerinde kaybolmuşlardır. H hela, K hila "yumurta"; H, B, goş , K guş "kulak". Burada u genellikle u:: olur. K dur "uzak", zu "çabuk".


Nominal sistemde eril veya dişil cins ile doğrudan ve dolaylı anlatım normal olarak birbirinden ayrılmıştır. Birçok diyalektte belirli sonek -aka vardır, F -ake (-aki ). Belirtisiz sonek genellikle î , Hawrami'de ew 'dir, F'de -ewa . H, ayrıca ulama i 'nin yanısıra (yanew -i kon "eski bir ew") genitiv izafa şekil û:: 'yu da korumaktadır (das-û wem "kendi elim"). Kopula (özne fiil bağlantısı, çn.) -n- ile karekterize edilmektedir. Böylece tekil 1) ana(n), 2) ani, 3)-an , vb. gibi olur. Geniş zamanda süreklilik veren önek genellikle m(a)- 'dır. B makaro , K makaru , ancak H karo "o yapar". B macan , H maca "onlar söyler (wac ). Buna ek olarak H'de imperfe (tamamlanmamış, çn.) zaman kökü vardır: Karene "ben yapıyordum", wace "o söylüyordu". Diyalektlerin büyük çoğunluğu geçişli fiillerin içe dönük geçmiş zaman oluşturma özelliklerini korumuşlardır. H, B ceş-it wat "ne dedin?", K awirdan-iş "o onu getirdi". Edilgen kökler -ya- ile yapılmaktadır. H wacyo "denir", K kiryan "yapıldı".


Gurani, dil olarak yazınsal özellik kazandı. Bir dizi Ehl-i Hakk yazarının kullandığı dil olmanın yanısıra Ardalan valilerinin yönetim dili olarak da kullanılmıştır. Bu yazın dilinin kısa grameri Rieu tarafından verilmiştir. Ozanlar, Yusuf Yaska'dan Mevlevi'ye kadar uzanır. Epik, lirik ve dinsel yazın olarak tüm Gurani nazmı, aynı şekilde, basit bir dekasilabik (on hecelik mısra) ölçü içindedir. Gurani'nin geçmişteki ünü, onun komşusu olan Kürtçe'de "şarkı" için ortak sözcük olmasından kaynaklanıyor.


Kaynaklar:

V. Minorsky, The Guran, BSOAS'ta, xi (1943), 75-103; Benedicstsen / Christensen, Les dialectes d'Awroman et de Pawä, Copenhagen 1921; K. Hadank, Mundarten der Guran, (Oskar Mann) ortak çalışma..., Berlin 1930; M. Mokri, Cinquante-deux versets ... dialecte Gurani, JA'da, 1956, 391-422.

Yazan: David N. MacKenzie


Zazaca, Kürtçe (Kurmançça) Ve Farsça Arasındaki Fark Üzerine Küçük Bir Karşılaştırma


Bu yazıda Zazaca’yı (Dımılki, Kırmancki, Zazaki), Kurmançça (Kurmancî, Kuzey-Kürtçesi) ve Farsça (Zäbâne Fârsî, yeni-Farsça) dilleriyle kelime ve gramer farklılıkları açısından karşılaştırmaya çalışacağız. Ele alacağımız örnekler yer darlığı nedeniyle daha çok günlük dilin kelimelerini içerecek. Zira bu konuda bir kitap oluşturabilecek kadar örnek verilebilir.


Bilindiği gibi, Zazaca, Kurmançça ve Farsça aynı dil ailesindendir. Ancak aynı dil ailesinden olmaları birbirlerinin lehçeleri olmalarını gerektirmez. Günümüzde yapılan en büyük yanlışlık işte bu noktadır. Bu diller arasındaki fark, Türkçe-Türkmence veya İspanyolca-Portekizce dilleri arasındaki farkla aynı şey değildir.


Günümüz dilbilim sınıflamasına göre, Zazaca, Kurmançça (Kürtçe) ve Farsça Hint-Avrupa dillerinin Batı-İranî alt-dil grubuna girmektedirler. Farsça ve Kürtçe Güney-Batı İranî diliyken, Zazaca bir Kuzey-Batı İranî dili olarak kabul edilir. Fakat Kurmançça kendi içinde daha çok Kuzey-Batı unsurları içermektedir. İranistik dilbiliminde Zazaca başlı başına bir dil olarak görülmektedir. Aynı şekilde ünlü Alman dilbilimci Oskar Mann da Zazaca’nın başlı başına bir dil olduğunu savunmuş ve bunu "Mundarten der Zâzâ. Hauptsächlich aus Siverek und Kor" (Zazaca’nın Ağızları. Özellikle Siverek ve Kor yöresinden) adlı çalışmasında ispatlamıştır. Oskar Mann'ın ölümünden sonra Karl Hadank bu çalışmayı Berlin’de 1932 yılında bir kitap haline getirmiştir. Kitabının 18’den 23. sayfasına kadar olan "Das Zaza nicht Kurdisch" (Zazaca Kürtçe değildir) bölümünde bu konuyu bilimsel olarak irdelemiştir.


Resmî ideolojinin iddia ettiği gibi Zazaca Kürtçe'nin veya Kürtçe Farsça'nın bir lehçesi değildir. Bunun böyle yanlış irdelenmesinin nedeni politik olmasından dolayı ve dilbilimcilerin yeterince bu konunun üzerine eğilmemesindendir.


Zazaca’da Dersim lehçesinin Pülümür şivesine ağırlık verilmiştir. Açıklayıcı olması için gerektiğinde parentez içlerinde başka diyalektlerden de örnekler verilecektir.


Kurmançça’da yazı dili olarak Cizre-Botan lehçesi kullanılmaktadır. Buna rağmen yer yer Kuzey- Kurmançça (Tunceli-Dersim, Malatya) lehçeleri de saptanmıştır.


Farsça verilen örnekler günümüzde kullanılan Farsça’nın edebiyat dilidir. Halk ağızları bazen farklı değişiklikler içerdiğinden parentezlerle belirtilmiştir. Farsça genellikle Arap harfleriyle yazılır, ama burada okuyucunun rahat anlayabilmesi için Latin harfleri kullanılmıştır. Söyleyiş özelliği ise Zazaca ve Kurmançça’nınkine yakındır. Bu nedenle, Farsça için burada kullanılan bazı harflerin telaffuzu üzerinde de durulmuştur:


ä: kısa ‘a’, ‘a’ ve ‘e’ arası bir ses.

â: uzun ‘a’, ‘a’ ve ‘o’ arası bir ses. Bu ‘â’ halk ağzında bazen uzun ‘û’ya dönüşür. Örneğin: män be xâne mîräväm (ben eve gidiyorum) yazılırken, halk ağzında ise (mîräm xûne) denir.

e: kısa ‘e’ Türkçe’nin ‘e’sinden daha incedir.

ê: uzun ince bir ‘e’

î: uzun ‘i’

û: uzun ‘u’

o: kısa ‘o’


Mastarların Karşılaştırılması (parentezlerde şimdiki zaman gövdesinin kökleri belirtilmiştir):


Örneğin: kerdene (yapmak): Mastar; kerd-: Geçmiş Zaman gövdesi; k-(en)-: şimdiki Zaman kökü; ker-: Sübjontif Gövdesinin kökü.


Zazaca-Kurmançça (Kürtçe)-Farsça-Türkçe

rakerdene (k- ra) vekırın (ve -k-) bâz kärdän (bâz -kon-) açmak

ardene (a-) anin (tin-) âvärdän (-âvär-, -âr-) getirmek

wendene (wan-) xwandın (-xwin-) xândän, xûndän (-xân-, -xûn-) okumak

qesey kerdene (qeseyk-) qıse/dang kırın (qıse -k-) härf zädän (härf -zän-) konuşmak

vatene (va-) gotın (-bêj-, -bê-) goftän (-gû-, -g-) söylemek

şiyaene (so-, şo-, şı-) çûn (-ç-, ter-) räftän (-räv-, -r-) gitmek

amaene (ye-, ê-) hatın (tê-) âmädän (-â-) gelmek

dıtene (dos-, doş) dotın (-doş-) dûşîdän (-dûş-) sağmak

roniştene (nis- ro) rûnıştın (rû -n-) neşestän (-neşîn-, -şîn-) oturmak

weçinitene (çin- we) helbıjartın (hel -bıjêr-) vär çîdän/bär çîdän (värçîn-) seçmek


Zazaca ve Farsça’nın birinci ve ikinci çoğul şahıs zamirleri bayağı yakınlık göstermekte (ma, şıma, şomâ). İlginç olan şey, bu zamirlerin Zazaca’da Oblik Hal’de de değişmemesi:


Zazaca-Kurmançça-Farsça-Türkçe

yalın hal ma ameyme

sıma amey

em hatın

hun hatın

mâ âmädîm

şomâ âmädîd (âmädîn)

biz geldik

siz geldiniz

oblik hal çê ma (keyê ma)

çê sıma (keyê şıma)

mala me

mala we

hânêye mâ (xûnêyemân)

hânêye şomâ (xûnêyetân)

evimiz-hanemiz

eviniz


Olumsuzluk Durumu:


-en- ara eki kalkmaz,

olumsuzluk ön eki eklenir:

ez nêvênenu

şimdiki zaman belirtisi kalkar,

yerine na- (nı-, no-)

eklenir:

ez nabinım

şimdiki Zaman

belirtisi mî- kalkmaz,

olumsuzluk ön eki ne- eklenir:

män nemîbînäm

ben görmüyorum


Sayılar:

Zazaca Kurmançça Farsça

1 zu, jü (jew, yew) yek yek

2 dıde, dı dudu, du do

3 hire sısê, sê sê

4 çar (çor, çehar) çar çähâr (çâr)

5 phonc (panc) pênc pänc

6 ses (şeş) şeş şeş

7 hawt (hot, 'hewt) heft häft

8 heşt heşt häşt

9 new neh noh

10 des deh däh

11 des u zu (jewendês) yanzdeh (deh u yek) yâzdäh

12 des u dıde (dıwês) dıwanzdeh (deh u du) dävâzdäh

13 des u hire (hirês) sêzdeh (deh u sê) sîzdäh

14 des u çar (çarês) çardeh (deh u çar) çähârdäh (çârdäh)

15 des u phonc (pancês) panzdeh (deh u pênc) pânzdäh (pûnzdäh)

16 des u ses (şıyês) şanzdeh (deh u şeş) şânzdäh (şûnzdäh)

17 des u hawt (hewtês) hıvdeh (deh u heft) hefdäh (hevdäh)

18 des u heşt (heştês) hıjdeh (deh u heşt) hecdäh (hejdäh)

19 des u new (newês) nozdeh (deh u noh) nûzdäh

20 vişt (vist) bist bîst

21 vişt u zu (vist u yew) bist û yek bîst o yek

30 hirıs si (sih) sî

40 çewres çel (çıl) çehel (çel)

100 se (sed) sed säd

200 dısey du sed devîst

1000 hazar hezar häzâr





Sözcüklerin Karşılaştırılması : (e: eril; d: dişil)


Zazaca Kurmançça Farsça Türkçe

çım (çısm) e çav e çeşm göz

gos (goþ) e guh (go) e gûþ kulak

buri e bırû e äbrû kaş

boji (bazi), qol e mıl, bask, pil bâzû kol, pazu

dızd e dız e dozd hırsız

zerd zer zärd sarı

şia, sia reş sîâh siyah

adır e agır e âtäþ ateş

game d gav d gâm adım

name e nav e nâm, esm ad

sewe (þewe) d şev (şav) d şäb gece

genım e genım e gändom buğday

pırd e pır e pol köprü

dewe d gund e rûstâ, dê köy

heya, ya, êê erê, herê, belê ârê, bälê evet, he

nê na, no näh, xeyr hayır


Farsça’da tek Yalın Hal varken, Zazaca ve Kurmançça’da ise üç hal vardır:


1. Yalın Hal, 2. Oblik Hal, 3. Çağrı Hali Oblik Halin Şahıs Zamirleri : (Farsça’daki halk ağzının son ekleridir)


Zazaca-Kurmançça-Farsça (Halk Ağzı)-Türkçe

mı(n)* ma

to sıma (şıma)

dey, ey, cı dine, ine (inan)


daê, aê, cı

mın me

te we

wi wan


-äm -emân

-ät, -et -etân

-äş, -eş -eşân

-

beni, benim, bana bizi, bizim, bize

seni, senin, sana sizi, sizin, size

onu, onun, ona (e) onları,

..., ... ..., ..., ... (dişil)


* mı’nın n’si Zazaca’da kaybolmuştur ve şu gibi durumlarda çıkar : Na vıstüriya mına. (Bu benim kaynanamdır), ya da: alvaze mıno khan (eski arkadaşım).


Çağrı Hali :

ero Heso ! lo Heso ! (lan) Hasan !

erê çênê ! (keynê) lê keçıkê ! (qizê) kız !

alvazenê ! (embazêno !) hevalno ! arkadaşlar !


Kurmançça ve Zazaca’da ortak olan bir başka nokta ise "Ergatif" Hal, yani Geçmiş Zamanda, Geçişli

Fiiller’de özne ve nesnenin yer değiştirmesi hali. Ergatif Hal eski İranî dillerinde ve Kafkas dillerinde,

örneğin Gürcüce’de de vardır.


Zazaca-Kurmançça-Farsça-Türkçe


ez cêniye vênon-ez jın dıbinım-män zän mîbînäm-ben kadın görüyorum

ez a cêniye vênon-ez wê jınê dıbinım-män ân zän râ mîbînäm-ben o kadını görüyorum

mı cêniye diye-mın jın dit (di)-män zän dîdäm-ben kadın gördüm

ez to vênon-ez te dıbinım-män to râ mîbînäm (mîbînämät)-ben seni görüyorum

mı tı diya-mın tu diti-män to râ dîdäm (dîdämät)-ben seni gördüm


Tayını Sıfat :


çêneka rındeke (keyneka rındekı)-keçıka (qiza) xweþık-doxtäre qäþäng-güzel kız

laako rındek (lajeko rındek)-lawê/kurrê xweþık-pesäre qäþäng-güzel oğlan

domanê (qeçê) nêweşi-zaroyên nexweþ-bäççehaye märîz (nâxoþ)-hasta çocuklar

caê de xıravın (caê do xırabın)-ciheki xırab-câyî xärâb-kötü bir yer

bırae tüyo qız-bırayê teyê pıçûk-bärâdäre kûçeke-to küçük kardeşin


Zazaca’nın özelliği: 'de' edatının oluşu, hatta güney lehçelerinde (Çermik-Siverek vd.) eril (do) ve dişil (da) edatı da mevcuttur. Dahası Zazaca’da sıfatlar bir dişil ek (-e, -ı) veya çoğul eki (-i) almaktadır.


Ön Takı Ve Son Takılar :

Zazaca Kurmançça Farsça Türkçe

.... de(r)

ez çê deru (ez keye dıra)

lı..., dı ...de

ez lı mal ım

där.., tû...

där xânêyäm (tû xûneam)

-de

hali evdeyim

.... ra

Dêsımi ra

jı ...

jı Dêrsımê

äz ...

äz Dîrsem

-den hali

Dersim’den

.... rê / ve...

cı rê peru don(danu ve cı)

jı ... ra

jêra pere dıdım

be ....

be û pûl mîdähäm (pûl mîdämeş)

-e hali

ona para veriyorum

hata ... heta (heyan) ... tâ ... ... -e kadar

-de ve -den Hali için Zazaca’da bir son takı gerekirken, Kurmançça ve Farsça’da bunlar ön takı olarak kullanılır.


Sonuç :


Örneklerden de anlaşıldığı gibi Zazaca’nın Kürtçe’nin, Kürtçe’nin de Farsça’nın bir lehçesinin olmadığı görülmektedir. Diğerleri de dahil olmak üzere özellikle Zazaca’ daki cümle yapısı ve eklemeli yapı Türk dilleri ile etkileşime de önemli bir işaret olarak karşımıza çıkmaktadır.


Dipnotlar:


1. Bu metnin Zazacası TIJA SODIRI dergisinin 2.sayısında (çele 96) yayınlanmıştır.

2. ‘’İranî’’ demek ‘’Farsça’’ demek değildir; bir genel terimdir; bölge ve coğrafyayı anlatmak için kullanılır. İran devletiyle de karıştırılmamalı. Öte yandan Paştu (Afganca) dili bir Doğu-İranî dilidir. Diğer İranî dillerine Goranca, Lurca, Beluçice, Tacikçe, Osetçe vb. örnek olarak verilebilir. İranî tarih, edebiyat ve dilleriyle ilgilenen bilime ‘’İranistik’’ denilmekte. Türk dilleriyle (Türkiye Türkçesi, Türkmence, Uygurca, Kırgızca, Yakutça vs.), tarih ve edebiyatıyla ilgilenen bilimin adı ise Türkolojidir.

3. Bu görüşü savunan ve bu konuda araştırması olan dilbilimciler: Vladimir Minorsky, Terry Lynn Todd (A Grammar of Dımli, Michigan, ABD, 1952), Prof. MacKenzie (Göttingen Üniversitesi, Almanya), Ludwig Paul (Göttingen), Dr. Zılfi Selcan (Berlin Üniversitesi), C.M. Jacobson (Rastnustena Zonê Ma, Bonn 1993) v.d.

Kaynak: Asmeno Bêwayir


Kirmanç-Zazaların Etnik Kimliği Üzerine


"Dersim" Dergisi'nin 11. sayısında Abdülmelik Fırat (siyasetçi, 1934-2009) ile yapılan bir söyleşi yayınlandı. Abdülmelik Fırat'a bir çok konuya ilişkin sorular sorulmaktadır. Sorulan sorular arasında, Kirmanç-Zazaların etnik kimliği ile ilgili sorularda var. Söz konusu bu söyleşi, hem yurt dışındaki Dersimlileri, hem de "Kirmanç-Zazalar ayrı bir etnik kimliğe sahiptir" diyen herkesi zan altında bırakan bir içerik taşımaktadır. Sorulardan biri şöyle: "Yine bir tehlike olarak addeder misiniz bilmiyoruz ama, yakın dönemlerde ve özellikle Avrupa'da daha yaygın bir şekilde süren bir tartışma var; Zaza/Kirmançların Kürt olmadıkları, dilleri ve kültürleri itibariyle ayrı bir etnik topluma tekabül ettikleri yönünde. Bu konuda neler söylemek isterdiniz?"


Soru, "Bir tehlike olarak addeder misiniz ? " diye başlıyor. Sonrada "yakın dönemlerde ve Avrupa'da" diye devam ediyor. Kirmanç-Zazaların ayrı bir etnik kimliğe sahip olduklarını, dillerinin farklı olduğunu söylemek, neden tehlike olarak adlandırılsın ki ? Soruyu bu biçimde formüle etmenin arka planında yatan gerçeği anlamak zordur.


Kirmanç-Zaza halkının Kürt olmadığını, dillerinin farklı olduğunu ilk söyleyenler biz Avrupa'da ki Dersimliler değiliz. Avrupa'da ki Dersimliler tarafından yapılan; eskiden beri halkımız tarafından söylenilenin geniş bir teorik formülasyonudur.


Birincisi: Bizim halkımız ister kendini Kirmanç, ister Zaza, ister Dimli, ya da Alevi olarak adlandırsın, her zaman kendisiyle Kürtler arasına bir ayrım koymuş, kendisini ve dilini başka, Kürtleri ve dilini de başka bir biçimde adlandırmış, kendisini Kürtlerin bir parçası olarak görmemiştir. Kürt Miliyetçiliğinin etkisi altında kalmış bazı aydınların, "biz Kürdüz" demesi bu gerçeği değiştirmez. Halkımızın kafası açık ve net iken aydınlar, halkı dinlememiş, kimliğimize gölge düşürmüşlerdir. Halkımız, yaygın olarak;"ma Kirmancime", "ma Elevime", "ma Dimlime", "ma Kirmancki, Dimilki qesey keme", "ma khuri nime" diyerek bu farklılığı açık bir biçimde ifade etmiştir. "Khuri hetê Mardin'de, hetê Diyarbekir'de nisenê ru" diyerek, Kürtlerin oturduğu coğrafyaya da kesin bir biçimde işaret etmiştir.


Ne yazık ki halkımız, kendi diliyle bu gerçeği yazıya dökmemiştir. Burada kendi tarihini kendisi yazmamış halkımızın, sözlü hafızasını esas almak, sözlü hafızasına baş vurmaktan başka çaremiz yoktur. Bizim halkımızın kendini tanımlamasıyla, başka birilerinin bizim halkımızı tanımlaması birbirine denk düşmüyorsa biz, halkımızın kendine ilişkin tanımlamasını esas almak zorundayız.


Peter Alford Andrews:"Etnik gurupları tanımlamada bir gurubun andaki kendi öz tanımı bizim için geçerli olabilecek tek tanımdır". Bizim yaptığımız da bundan ibarettir.


İkincisi: Kirmanç-Zazaların ayrı bir halk, dillerinin de Kürtçe olmadığı, bir çok yabancı tarihçi ve dilbilimci tarafından da yazılı olarak ifade edilmiştir. Buna ilişkin bir çok kaynak vardır. Avrupa'da ki Dersimlilerin yaptığı bir başka önemli iş de, bu kaynakların bulunup ortaya çıkarılmasıdır. Bütün bu görüşleri burada aktarmanın mümkünatı yoktur. Sadece kısa bazı örnekler vermekle yetiniyorum. Dersim’e giderek incelemelerde bulunan Ermeni yazar Andranik, 1901 yılında basılan "Dersim" adlı kitabında Dersimliler için; "(...) ve biz biliyoruz ki, onlar Osmanlı değildir, Pers (Barsig) değildir, Kürt değildir, Ermeni değildir, Bartev değildir, Mar değildir ve bilmem daha ne değildir" demektedir.


Zazaca'nın Kürtçe olmadığını çok eskiden beri savunan Alman dilbilimcilerin görüşleri çok açıktır. Karl Hadank: "Zazaca Kürtçe değildir " ve " ...O. Mann, Zazacanın Kürtçe'den ayrı ele alınmasını savunan ilk Alman dilbilimcisiydi. 1906 ve 1907' de ki ikinci araştırma gezisi raporunda 'Zazaca şimdiye kadar sanıldığı gibi Kürtçenin dialekti değildir' demiştir". O. Man ve K. Hadank'ın bu görüşleri gittikçe yaygınlaşmış, bir çok dilbilimci ve araştırmacı tarafından kabul edilmiştir. Terry Lynn Todd: "Günümüzde yapılan modern çalışmalar ve analizler, Mann'la Hadank'a olan güvenin doğru olduğunu ve onların son derece dikkate değer ve güvenilir olduğunu göstermektedir. Onların çalışmaları şu anda var olan Dimlice sözcük yapılarını incelediği gibi, sözcüğün artık ortadan kalkmış eski yapısını da incelemektedir". T.L. Todd 'un söyledikleri aynı zamanda, Dimlice'yi Kürtçe' nin lehçesi sayanlara bir eleştiridir. O, ses bilimi, yapıbilim, söz dizimi, fiil çekimleri üzerine yaptığı çalışmalar sonucu O.Mann ve K. Hadank' ın vardığı sonuçlara varmıştır. Bu nedenledir ki kesin konuşmaktadır.


Ingvar Svanberg: "Avrupa'da ki Kürt Milliyetçileri Zazaca'nın Kürtçe'nin bir lehçesi olduğunu ileri sürerler; ki, bu iddianın dilbilimsel hiç bir dayanağı yoktur".


Joyce Blau: "Genellikle Zaza ve Gorani (...) Bu iki dili Kürtçeye bağlayamayız."


Garo Sasuni: "Thomansek, Hertman, Nöldeke ve benzeri bilginlere göre Zaza lehçesini konuşan Dusikliler (Dersimliler) o yörelere çok eski dönemlerde yerleşmişlerdir. İrani bir kavimdirler ve kendilerine özgü bir çok yönleriyle asıl Kürtlerden ayrılırlar. Ayrı bir kavimdirler".


Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Amacım; Kirmanç-Zazaların neden Kürt olmadıklarının teorik formülasyonunu yapmak değildir. Bu zaten yapılmıştır. Ben sadece, dilimizin Kürtçe, halkımızın da Kürt olmadığı görüşünün yeni bir görüş olmadığını söylüyor ve bu görüşün sadece bizim tarafımızdan değil, halkımız ve bu konuya ilişkin araştırma yapmış bilim insanlarının da vardığı bir sonuç olduğunu belirtmekle yetiniyorum.


Bir çok tarihçi ve dilbilimcinin araştırmalarını görmezlikten gelen Kürt milliyetçileri, Kirmanç-Zaza kimliğini, "Kürtleri bölmek için" Avrupa'da ki bazı Dersimlilerin ortaya attıkları bir sorunmuş gibi göstermeye çalışırlar. Kürt siyasilerin, Kirmanç-Zazalar'a ilişkin görüşleri Şeref Han'ın "Şerefname"sin de ki görüşleri kadar eski ve eskimiştir.


Örnek olması açısından Şeref Han'ın Çemişgezek hükümdarları için yaptığı değerlendirmeyi aktarıyorum, oldukça ilginçtir. Burada Şeref Han'ın mantığı ile bugün herkesi Kürt görenlerin aynı mantıktan hareket ettiklerini rahatlıkla görebiliriz. Şeref Han önce, " Tarih bilginlerince açıkça bilindiği gibi, Çemişgezek hükümdarlarının soyu kendi iddialarına göre, Abbasi halifelerinin çocuklarından olan ve melkis denilen bir kişiye varır". Sonra, " Çemişgezek hükümdarlarının adları da onların Türklerin çocuklarından ve torunlarından olduklarını kanıtlar." Arkasından da "Kürtler arasında 'Kürdistan' sözcüğü geçtikçe, bundan yanlız Çemişgezek vilayeti anlaşılır" demektedir. Çemişgezek hükümdarlarının kendisini nasıl adlandırdıkları ortada iken Şeref Han, bunun bilginlerce bilindiğini de söyler, buna rağmen Şeref Han, onlara "Türk", Çemişgezek'e de "Kürdistan" demektedir.


Buradan çıkarılması gereken sonuç su; Şeref Han, Çemişgezek hükümdarlarının kendilerini nasıl adlandırdıklarını bir tarafa bırakarak, onlara, başka başka adlar takıyor. İşte bu görüş Kürt siyasiler

tarafından hala korunuyor. Başkalarının kendilerini nasıl adlandırdıklarına bakmadan başkalarını nasıl

istiyorlarsa, o biçimde adlandırmayı sürdürüyorlar. Biz Dersimliler "Kirmanciye" deriz, Kürt Miliyetçileri ve onların etkisi altında kalmışlar bunu "Kürdistan"' diye çevirirler. "Kirmanciye demek Kürdistan demektir" derler. Dikkat edilirse, başkalarını asimile amacı taşıyanlar önce, asimile etmek istediklerinin isimlerini değiştirmekle ise başlarlar. Burada yapılan da budur.


Abdülmelik Fırat, "Nasıl ki Türkçenin Kırgızistan, Türkmenistan, Kazakistan, Yakut var (...) lehçelerine göre isimlendirilmiş Kürtlerde de durum aynı" diye devam ediyor.Türkçü idologların, halkları ve dilleri tasnif ederken temel aldıkları ırksal kökenden hareket ettiğini çok açık bir biçimde sergiliyor. Aslında bu bütün Kürt siyasilerin içine düştükleri bir çıkmazdır, kaynağı da milliyetçiliktir. İrani dillerden bahsedilebilinir ancak, 'Kürt dilleri' teorisi bir aldatmacadır. Burada "lehçeler" den "dile" terfi amaçlı yapılmaktadır; bu teori Kirmanç-Zazalar arasında kimlik bilinci gelişmeye başlayınca, bunun önünü almak için ortaya atılmış bir teoridir. Bunlar Türkçü idologlar gibi, aynı kökenden olan toplulukların zamanla birbirinden farklılaşarak, ayrı halklara, dillerinin zamanla farklılaşarak ayrı bir dile dönüşebileceğini kabullenmek istemiyorlar. Her şeyin kendilerine ait ve kendileriyle başladığını ileri sürerler.


Söyleşiyi yapan arkadaşlar A. Fırat'ın bu benzetmesine karşılık daha gerçekçi, daha iyi formüle edilmiş başka bir soru soruyorlar: "Ama onlara Kırgız, konuştukları dile de Kırgızca deniliyor, Türkçe denilmiyor, değil mi? ... aynı kültürel ve ırksal geçmişe sahip de olsa, uluslaşma süreçleri sonunda hepsi kendi adları ve dilleriyle tanımlanıyorlar".


Söyleşiyi yapan arkadaşlar, bu konuda A. Fırat’ı düzeltmeye çalışıyorlar. Fakat, aynı duyarlılığı Kirmanç-Zaza sorununa da göstermiyorlar. A.Fırat'ın verdiği cevap yine ilginç. "... Kırgızca ya da Kazakça bunların üç aşağı beş yukarı hiç olmazsa yüzde otuzbeşi birbirini rahat anlar, ama yüzde altmışı anlamazsa da Türk dilinden ayrılma lehçeler olduğu gerçeğini değiştirmez". Yüzde altmışbeşi birbirini anlamıyorsa, bu çoğunluk birbirini anlamıyor demektir. A. Fırat işin farkında, bunlara Türkçe'den ayrı dillerdir dese; Zazaca'ya da ayrı dil demek zorunda kalacaktır. Devamla; "Benim söylemek istediğim; aynı kökenden ve aynı dilden gelmelerine rağmen zaman içinde birbirlerini yeterince anlamayabiliyorlar. Bunun değişik nedenleri de var. Bu nedenler de tamamen Türk Milli İstihbarat'ının hiç tutmayacak bu oyununa gelmemek lazımdır." A. Fırat, birbirimizi anlamadığımızı biliyor," birbirimizi yeterince anlamasak bile", ayrı diller dememeliyiz, diyor. Ama dilbilimciler tam tersini düşünüyor. Dil bilimcilere göre, aynı dilin lehçeleri olabilmeleri için, değişik lehçeleri konuşanların birbirlerini yeterince anlamaları şarttır. İnsanlar, konuşulanların büyük çoğunluğunu anlamıyorsa peki, birbirini yeterince anlamayan bu insanları nasıl anlaştıracağız? Tercüman kullanmaktan başka çare kalıyor mu? Bir yerde konuşulanların ya da yazılanların yüzde altmışını anlamayan bir topluluk ne yapmalıdır? "Biz konuşulanları ve yazılanların büyük bir bölümünü anlamıyoruz" derlerse, bu Pratik sorunu nasıl çözeceğiz? Pratikte bu sorunun nasıl çözüldüğü ortada değil mi, Türkçe konuşmuyor muyuz?


A.Firat'a sorulan bir baska soru; "...'Dimli' tanımı nereden geliyor, Tarihsel-etnik coğrafyası neresidir?" biçimindedir.




A. Fırat: "Dimli Kürtçenin bir lehçesidir, (...)" "Med imparatorluğu'nun sarayda özenle konuşulan bir lehçesiymiş" diyor. A. Fırat, Dimli tanımını Medlerle ilişkilendiriyor. Dimli-Deylem (Dalyam) bağlantısını duymamışa benziyor. Bu da onun, meseleden habersiz olduğunu gösteriyor. Her şeyi Medlere bağlamak sonrada, "Medler Kürtlerin atalarıdır," "Dimlice Med saraylarında konuşuluyormuş" demek oldukça kolay; ama bir görüşün doğru olabilmesi için ispata dayanması gerekir. Bu sorun "miş"lerle açıklanamaz. Medler'in dili, eski Farsça'dan çok Avesta diline daha yakın olan bir dildir. Dimli ve Kürtçe'nin, Farsça ve Avesta ile hala bazı ortak özelliklere sahip olması, onların ayni familyadan olduklarını gösterir, ama ayni dil olduklarını göstermez. Medlerin, Kürtlerin ataları olduğu görüşü de bir varsayımdır. Ortadoğu uzmanı ve Kürdolog Hollandalı dil ve tarihçi M. Van Bruinnessen: "Bazı Kürt aydınları Kürtlerin Medlerden geldiğini söyleseler de, Medlerin politik hegomonyası ile Kürtlerin 'Cyrti' olarak ilk kez belirmeleri arasında büyük zaman dilimi boyunca bu bağlantıya ilişkin yeterli bir kanıt mevcut değil." (...) "Etnik bir sıfat olarak "Kurd" terimine ilk kez İslam çağının ilk yüzyıllarından itibaren ve Arap kaynaklarında karşılaşılır."


Üniversite düzeyinde tek Kürdoloji eğitimi veren, " Paris doğu dilleri enstitüsü" nde çalışan Kürt dili ve kültürü uzmanı Prof. Dr. Joyce Blau ile yapılan ve "Roja Taze" nin 28. sayısında yayınlanan bir röportajda, "Kürtçe' de kaç dialekt var?" diye bir soru sorulur. Blau, "kuzey", " merkez ve güney" olmak üzere üç diyalek olduğunu söyler.


Zazaca ve Gorani'yi Kürt lehçeleri içinde saymaz. J. Blau'nun Gorani ve Zazaca'yı Kürtçe'nin lehçeleri içinde görmediğine ilişkin görüşlerini yukarda aktarmıştım. J. Blau: "Gorani ve Zazaca'nın aynı kökenden geldiklerini biliyoruz muhtemelen bu diller Kürtçeden önce bu bölgelerde konuşuluyordular’’.


(...) Kürtler, Zazaların ve Goranların çoğunu asimle ettiler. (...) Zazalar göçertildiler ve şimdi Anadolu’nun ortadoğusunda bir üçgende yaşıyorlar".


Bu görüşler, yetkin bir kurumda Kürt dili ve kültürü üzerinde çalışma yapan, yetkin bir bilim insanına aittir. Buradan da rahatlıkla anlaşılacağı gibi Zazaca'nın Kürtçe'nin bir lehçesi olmadığı, "muhtemelen Kürtçe'den önce konuşulduğu" Kürtlerle ilgili çalışma yapan kurumlar tarafından da biliniyor.


"Dimli" adı "Kürt" adından daha eski ve Deylem bağlantılıdır. Deylem, yukarıdaki haritalarda da görüldüğü üzere, İran coğrafyasının kuzeyinde Hazar Denizi’nin güney kıyılarında bulunan Gilan bölgesinin dağlık kesiminin adıdır. Bu bakımdan "Dimli" adını "Kürt" adı içinde mütaala etmek, onun bir unsuru gibi göstermek oldukça yanlıştır. Bu bir çok gezginci, misyoner, tarihi kronolojiden anlamayanların, araştırma yaparken yeterince titizlik göstermeyenlerin, ya da Şeref Han gibilerinin söylediklerini kuşku duymadan kabul edenlerin, yaptıkları bir yanlışlıktır; kavramlar yerli yerinde kullanılmamış, bu konuda gereken özen gösterilmemiş, bir çok şey birbirine karıştırılmıştır. Ayrıca, "Kürt" kavramı çoğu zaman rastgele, bir çok farklı halk için kullanılmıştır.


Kürdolog Bruinnessen'in görüşlerinden hareket edersek; Dimliler, "Dimli" adı altında, Kürtler'in henüz "Kürt" adı altında ortaya çıkmadıkları dönemden önce tarih sahnesine çıkmışlardır.


V. Minorsky: "Daylamitlerin uzak geçmişi ve orjinleri bilinmiyor. Polybius, MÖ 2. yüzyılda Daylamitleri Medlerin kuzey komşuları arasında anıyor". Dimli-Deylem teorisi, bugün Dersim' de yaşayanların en az bir kesiminin Deylem'den göç edip, gelip Dersim'e yerleştiklerini içermektedir. Bu bağlantıyı ilk defa Thomas Arzouni 'nin Deylemlilerin 10.yy da ki göçlerini anlatan kitabını referans göstererek belirten Ermeni Andranik'tir.


K. Haddank; " Dimli-Daylemi teorisi benim 1928' de 11. bendin bitiminde anlattığımdan daha eskidir, bu teoriyi 1900 yılında (...) Ermeni Andranik 'Dersim' adlı kitabında ileri sürmüştür" demektedir.


Prof. W.B. Lockwood: "Doğu Türkiye'de Kürtler arasında küçük topluluklar halinde yasayan Zazalar, Hazar Denizi'nin güney kıyılarındaki Deylemden göçenlerin devamıdırlar".


Abdülmelik Fırat'ın meseleye vakıf olmadığının bir başka örneğini de, onun başka bir soruya verdiği yanıtta görüyoruz. A.Fırat; "(...) Sen git şimdi Dersim'e Dimli konuşanlar 'Ma Kird' derler" diyor.


Burada söyleşiyi yapan arkadaşlar, yine A. Fırat'ı düzeltiyorlar. Biliyoruz ki Dersimliler kendilerine " Ma Kirmancime" derler.


Orta yerde Dersim ya da Kirmanç-Zaza sorunu diye adlandırılan bir sorun var. Bu sorunu biz yaratmadık. Bizden öncede vardı, bizden sonra da var olmaya devam edecektir. Bu sorunu ilk tartışanlar da biz değiliz. Bizden önce de tartışılmış. Bizden öncekilerin sesi pek duyulmamış, bizimki duyuldu. Farkı burada aramak gerekiyor.


Orta yerde bir de Kürt sorunu var. Ayrıca, bir Ahmet ya da Botan diye bir sorun yok. Ahmed dili ve kültüründen de bahsedilmiyor. Bu bile yanlız başına, Kirmanç-Zaza sorunu diye bir sorunun varlığına işaret eder. Kirmanç-Zaza sorunu zor bir sorundur ve bir çok yönü vardır. Kirmanç ve Zaza adlarının birlikte kullanılmasının nedeni verili durumu belirtmek içindir. Kirmançlar Alevi, Zazalar da Sünni'dir. Bunlar bir halkın iki farklı kesimidirler. Aynı geçmişe sahip olmalarına ve hala aynı dili konuşmalarına rağmen, dini inançlardan kaynaklanan kültürel farklılıklara sahiptirler. Bu iki kesim arasında ruhi şekillenme birliğinden bahsetmek oldukça zordur. Diğer yandan, Kürtçenin bir lehçesi olan "Here-Were" yi konuşan Aleviler vardır, bunlar ayrı dil konuşmalarına rağmen Kirmançlarla her zaman kader birliği yapmışlardır. Eski, alışıla gelmiş bakış açılarıyla bu sorunu, doğru bir biçimde algılamanın olanağı yoktur. Birilerini suçlamaktansa; hoş görülü davranılmalı, -eve zere wesiye- sorunları araştırma yolu seçilmelidir.


Biz, başkalarının dilini kendi dilimizin lehçesi saymıyoruz. Kimsenin toprağında, kültüründe gözümüz yok. Hiç kimseyi asimile etmiyoruz. Büyük devlet kurma amacımız da yok. Biz, sadece bir gerçeği ifade ediyoruz. Dilimize, kültürümüze, kimliğimize sahip çıkıyoruz, bütün yaptıklarımız bunlarla sınırlı. Kirmanç-Zazalar'ın ayrı bir halk, dillerinin de Kürtçe olmadığı sonucuna uzun çalışmalar sonucu ulaşılmıştır. Kirmancki-Zazaki Kürtçe'den daha fazla İrani unsurları içinde barındıran dil olmasına ve 'en eski' olarak adlandırılmasına rağmen, ‘’Kürtçe, Zazaca'nın lehçesidir’’ demedik.


Notlar*

* Türkçe çeviriler için bakınız Seyfi Cengiz, " Dış kaynaklarda Kirmanclar, Kızılbaşlar ve Zazalar",

Desmala Sure yayınları.

Hesen Usên Bor, Ware Sayi:3-4

(1) P.A. Andrews, Ethnic groups in the republic of Turkey

(2) Adranik, Dersim, Tiflis 1901

(3) K. Hadank, Mundarten der zaza

(4)T.Lynn Todd, A gramer of Dimili, Michigan 1985

(5) Ingvar Swanberg, InvandrareFran Turkiet-Etnisk sociocultutell Variasion, Uppsala 1985

(6) J oyce Blau, Gurani et Zaza, Wisbaden 1989

(7) Garo Sasuni, Kürt ulusal hareketleri ve Ermeni-Kürt iliskileri

(8) Seref Han, Serefname, Bitlis 1597

(9) M. van Bruinessen, The ethnic identity of the Kurds

(10) V. Minorski, The enc. of Islam, new ed.

(11) K. Hadank, Mundarten der Zaza

(12) W.B. Lockwood, Überblick über die indogermanischen

(13) Genis bilgi için bakiniz, Dimli- Deylem kurami, Seyfi Cengiz. Desmela Sure, Sayi: 12/1, 13

Yazan: H. Küçük. www.dersimsite.org


Alevi Kürtlerin Etnik Kimliği Üzerine


Ritüel dili olarak neredeyse tamamen yalnız Türkçe kullanan ve hatta çoğu Türkçe aşiret adlarına sahip olan Kürtçe ve Zazaca konuşan Alevi aşiretlerin varlığı, birçok yazarın izahat kabilinden hayal gücünü meşgul etmiş bir olgudur. Hem Türk hem de Kürt milliyetçilerin bu grupların muğlak kimliklerini kabul etmekte güçlükleri olmuş ve bunlar sıkıcı ayrıntıları örtbas etmeye çalışmışlardır. Kürtçe ve Zazaca'nın esasen Türk dilleri olduğunu kanıtlamaya yönelik çabalar son bulmamış ve hatta 1980'den sonra güç kazanmıştır. Öte yandan, Kürtler Aleviler'in dinindeki İranî unsurların altını çizmişler ve hatta Alevi Türkler'in bile dinlerini Kürtler'den almış olmaları gerektiğini öne sürmüşlerdir. Sözü edilen aşiretlerin düşüncelerini rahatça ifade edebilen kimi mensupları, eski sözel geleneğe dayandıklarını iddia ederek, genellikle, açıkça siyasal amaca ulaşmak için başvurulan çarelerden esinlenerek kendi yorumlarını eklemişlerdir.


Aşiretler, Kürt milliyetçiliği ve Türkiye Cumhuriyeti hususunda farklı zamanlarda farklı tavırlar benimsediler. Kürt milliyetçiliğinin ve Türkiye Cumhuriyeti'nin (ve Zaza ve Alevi ulusu gibi daha küçük toplulukların) Alevi Kürtler'in sadakatlerine dair birbirleriyle çatışan güzellemeleri, bu cemaatleri ayırmıştır. Çatışma böylece 1994 sonbaharında Tunceli ve Bingöl'ün batısındaki Türk askeri harekatı ile en yüksek noktasına varmıştır.


Alevi Kürtler kimlerdir?


‘'Alevi Kürtler'’ terimini, kendilerini Kürt olarak tanımlayıp tanımlamadıklarına bakmaksızın, Zazaca ve Kurmanci konuşan tüm Aleviler için kullanacağım. Bu terimi kullanmam, onların 'gerçekte' ya da 'esasen' Kürt ya da başka bir şey oldukları iddiasını taşımaz. Alevi Kürtlerin yaşadıkları bölge, Dersim'den (Tunceli ili ve ona komşu olan Erzincan'ın Kemah ve Tercan ilçeleri ile Bingöl'ün Kiğı ilçesinden) ibarettir. Dersimliler, Batı Dersim'in (Çemişgezek ve Pertek'in de kısmen içinde bulunduğu Ovacık ve Hozat'ın) (Zazaca konuşan) Şeyhhasan aşiretleri ile aralarında hem Zaza hem de Kurmanci dillerini konuşanların bulunduğu Doğu Dersim (Pülümür, Nazimiye, Mazgirt) aşiretleri arasında kültürel bir fark görürler.


Bir dizi Alevi yerleşim bölgesi Dersim'den Bingöl, Kuzey Muş, Varto boyunca Kars'a kadar doğuya uzanır. Bu aşiretlerin en büyükleri ve en iyi bilinenleri, Kurmanci konuşan Hormek (Xormek, Xiromek) ve Zazaca konuşan Lolan, Dersim kökenli olduklarını iddia ederler ve bu aşiretlerin gerçekten halen Doğu Dersim'de (zikredildikleri sıra ile Nazimiye ve Pülümür) yaşayan mensupları vardır.


Daha batıda, Sivas'ın Zara bölgesi ve çevresinde önemli bir Alevi Kürt nüfusu ile, Koçgiri aşireti ile karşılaşırız. Zaza lehçesinden çok Kurmanci lehçesi kullanmalarına rağmen, Koçgiri aşireti Batı Dersimli Şeyhhasan aşireti ile akraba oldukları iddiasındadırlar. Dersimli aşiretlerin başka bazı mensupları, hem Zazaca hem de Kurmanci konuşanlar, Sivas'ta diğer yerleşim bölgelerini oluştururlar.


Dersim Alevileri ile akrabalıklarının diğer bir belirtisi, aralarında yaşayan aynı soydan seyitlerin (özellikle Kureyşliler'in) varlığıdır. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve ailesinin Tunceli aşiretlerinden Kureyşan aşiretine mensup olduğu ve Oğuzlar'ın Bozok kolunun Beğdili boyundan olduğu ve Ehl-i Beyt'e (Hz.Peygamber'in aile bireyleri) kadar giden Seyyid soyuna uzanıyor olabileceği belirtilmiştir.


Diğer bir dizi yerleşim bölgesi Malatya, (Maraş'ta) Elbistan ve Antep boyunca Suriye ve Adana'ya dek güneye uzanır. En önemlilerinin adlarından başka bu aşiretler hakkında çok az şey bilinir. Dersimi'ye göre sözde tümü Kurmanci konuşan bu aşiretler de Dersim ile eski bir bağlantıları olduğunu iddia ederler. Dinlerinin Dersimliler'in dinleri ile ne ölçüde uyuştuğunu ve Yezidi ve Nusayri komşularınınki ile nasıl bir ilişkisi olduğunu bilmiyoruz. En azından, bu cemaatlerin bazılarına Dersim'de yerleşik soydan seyitler hizmet vermiştir; ama, aralarında aynı zamanda başka ocaklar (seyit soyları) da vardır.


Amerikalı misyoner Trowbridge, gayet iyi tanıdığı Antepli Alevilerin -Pazarcık, Araban, Yavuzeli- (Kermanşah'ın batısında, Kırınt'ın yakındaki) Tutşami'nin Ehl-i Hak seyitlerini en yüksek dinsel otorite olarak kabul ettiklerini söylüyor. Yalnızca Dersim ve Koçgiri Alevileri'nin dinleri hakkında yüzeysel bilgiden daha fazlasına sahibiz; bu inanç ve pratiklerin diğer Alevi Kürtler'ce ne ölçüde paylaşıldığını bilmiyoruz. Bilgimizin çoğu, eski gezginlerin ve misyonerlerin raporlarından ya da Bumke'nin yerinde bir şekilde belirttiği gibi, Dersimliler'in "uygulanmayan bir inanç"a bağlı gibi görünmelerinden ötürü "inandıkları" ya da "yaptıkları"na dair anılardan kaynaklanır. Her ne kadar belki küçük bir azınlık iştirak ediyor olsa da, dağ mabetlerini ziyaret, kötü şansı engellemek için esrarlı mahallerde ve kutsal yerlerde adak adamak gibi belirli eylemler hala yaşadığından ötürü bu ifade belki biraz abartılıdır. Bununla birlikte birçok Dersimli için yiyecek tabularının ve güneşe, aya ve ateşe gösterilmesi gereken saygının, sıkça vurgulanan ancak uygulamada nadiren yerine getirilen adetler olduğu doğrudur.


19. ve 20. yüzyıl kaynaklarından öğrendiğimiz kadarıyla, Dersim Alevileri'nin inanç ve uygulamaları, Tahtacı ve İç Anadolu Alevi Türkleri'nin inanç ve fiiliyatından daha "aşırı" ve "syncretist" (daha çok İranî unsuruna sahip) görünür (bu tabii ki, daha çok, berikilerin inaçlarını daha iyi gizlemiş oldukları ya da tedricen daha çok İslamlaştırıldıkları gerçeğine bağlı olabilir). Ruh göçüne (metempsychosis) inanç daha çok anılır; Ermeni yazar Andranig (1900), insan ruhlarının hayvanlarda nasıl yeniden doğduğuna dair birtakım şaşırtıcı hikayeler nakleder. Dersimliler de, Ehl-i Hak gibi, Ali'de ve muhtemelen Hacı Bektaş'ta tezahürden, daha ılımlı ancak kesinlikle daha önemsiz olmayan seyitlerin kutsal varlığına kadar, kutsal yeniden vücut bulmanın çeşitli türlerine açıkça inanırlar. Bu bakımdan, söz konusu inanç sistemlerinin içlerinde ''şamanik'' ögeler taşıdığı söylenebilir.


Hiç de saf olmayan İngiliz yazar, diplomat, asker ve gezgin Mark Sykes, Dersim aşiretlerinin ismen Şii olmakla birlikte, kendisine panteist gibi göründüğünü yazar.


Güneşe ve doğaya tapınma Dersimliler'in hayatında en az Ayin-i Cem ve diğer Alevi ritüelleri kadar önemli bir yer tutmuşa benziyor. Andranig buna gezegenlere, şimşeğe ve yağmura, ateşe, suya, kayalara, ağaçlara ve diğerlerine tapınmayı da ilave eder (yukarıda belirttiğim gibi tüm bu ritüellerin, Sibirya-Orta Asya-Anadolu kadim şaman inanç sistemi ile bağlantılı olduğunu söylemek yanlış olmaz). Anlatıma göre, Dersimliler her sabah güneş ışınlarının değdiği ilk noktada tapınmaya başlarlardı. 1920'lerde bir geceyi Malatya yakınındaki bir Alevi Kürt köyünde geçiren Melville Chater, bu sabah tapınmasının çok az farklı bir tasvirini yapar:


Köylüler güneşin doğuşundan önce kalktılar ve tarlalarında çalışmaya başladılar. "Güneş yükseldikçe, bütün erkekler, kadınlar ve çocuklar doğuya döndü; güneşin önünde eğilerek kibarca iyi bir gün diledikten sonra günlük işlerine yeniden devam ettiler." (Chater 1928) Aynı köylüler aynı zamanda (belki sadece belli gecelerde) aya da taparlar: Geceleyin tüm köylüler, ayın görünmesini beklemek için, damlara çıktılar. Ay görünür görünmez, "Kürtler, önünde yavaşça başlarını eğmek ve yükselen gezegeni derinden selamlamak üzere aynı anda ayağa kalktılar; daha sonra taş merdivenlerinden indiler ve gecede kayboldular." (Chater 1928) Dersimliler'in güneşe tapınması, özellikle aşağıda söz edilecek olan Yezidiler'in benzer adetlerini kuvvetle hatırlatır. Bu aynı zamanda, en azından 19. yüzyıla kadar Mardin ve Diyarbakır bölgelerinde varoldukları bilinen, şimdi nesli tükenmiş Şemsî (güneşe tapanlar?) mezhebini de akla getirir.


Bununla birlikte daha özgül Alevi dinsel adetleri Dersimliler'i Alevi Türkler'e yakınlaştırır. Gülbank (Gülbank, gülbenk, gulvang, gulbang ya da gulweng Farsça gül + ses anlamına gelen bang'tan "gül sesi" anlamındadır. Abdülbaki Gölpınarlı ayrıca bülbül sesi biçiminde Türkçeleştirilmiştir. Terim olarak ise Mevlevilik, Bektaşilik, Halvetilik, Kadirilik, Rufailik gibi tarikatlarda hep bir ağızdan yüksek sesle söylenen alkış, dua içerikli sözlü edebiyat ürünü anlamı taşır…) ya da nefes'lerinin çoğu Türkçe'dir; ve 1920'den önce de kesinlikle öyleydi. Erzincan valisi olan ve bölgeyi çok iyi bilen Ali Kemali'ye göre, hiç Kürtçe gülbank yoktur, Nuri Dersimi bunu doğrular ve Kureyşli ve Bamasor (Baba Mansur) soylarının seyitlerinin gülbank'ı "Zazaca'nın eski bir biçiminde" okuduklarını iddia eder (Dersimi: 1952).


1949'da yazan Hasan Tankut Reşit, Dersimliler'in ancak çok yakın zamanda, Alişer ve Seyyid Rıza'nın kışkırtmaları ile, Türkçe nefes'i kendi dillerinden şiirlerle ikame etmeye başladıklarını öne sürer.


Dersim Alevileri'ni Alevi Türkler'e yakınlaştıran bir diğer adet, merkezi Hacı Bektaş tekkesi ile olan ilişkileridir. Burası Molyneux-Seel (1914) tarafından Dersim dışındaki en önemli hac merkezi olarak gösterilmiştir. Kuramsal olarak, ortak aşiretlere rehber ve pir olan Dersimli seyitler, Hacı Bektaş'taki çelebiyi mürşidleri kabul ederler; ama fiiliyatta diğer soyların seyitlerini pir ve mürşid olarak benimserler ve Hacı Bektaş'la çok fazla ilgileri yoktur. Bununla birlikte Batı Dersim'deki üç küçük seyit soyu, Aguçan, Derviş Cemal ve Saru Saltık, Hacı Bektaş'ça tayin edilen halifenin neslinden geldiklerini iddia ederler.


Türk mü, Kürt mü?


Alevi Kürtler komşularınca genellikle Kızılbaş olarak adlandırılırlar. Cuinet'in geç 19. yüzyıl nüfus istatistiklerinde de, başka etno-linguistik ünvanlar kullanılmaksızın aynı adla yer alırlar. Bu ad onları, tabii ki, takipçileri çoğunlukla Türkmen olan Safaviler'le yakınlaştırır. Sümer, Safaviler'in Kızılbaş destekçileri üzerine çalışmasında (1976) sadece iki Kürt aşiret cemaatinden söz eder; ki bunlar görece önemsizdirler: Hınıslı ve Çemişgezekli cemaatleri. 16. yüzyılda bugünkü Tahran'ın güneyinde yaşayan, daha sonra Özbek saldırılarına karşı İran'ın kuzeydoğu sınırını korumak üzere Şah Abbas'ca Horasan'a gönderilen büyük bir Çemişgezek konfederasyonu olduğundan ötürü, ikincilerin çoğu Şah'ın ardından İran'a gitmiş olmalıdırlar.


Alevi Kürtler, sadece bu iki aşiretten arda kalanların ardılları olamayacak kadar çokturlar. Bu, akla Dersimliler'in nereden geldikleri sorusunu getirir ve hem resmi tarih ekolüne bağlı olanlar hem de liberaller olmak üzere, birçok Türk akademisyence bu soruya verilen cevap, bunların Kürtleştirilmiş (ya da Zazalaştırılmış) Kızılbaş Türk aşiretleri olduğudur. Bu varsayım o kadar mantıklı görünür ki, bazı Batılı akademisyenlerce de hiç sorgulanmadan kabul edilmiştir (örneğin Mélikoff 1982a: 145).


Bununla birlikte, Şafi Kurmanciler ile Zazalar arasında neredeyse hiç toplumsal ilişki varolmadığı gerçeği göz önünde bulundurulursa, bu aşiretlerin Kürtçe ya da Zazaca'yı kimden öğrenmiş olabileceklerini tahayyül etmek güçtür. Öte yandan Sivas'ta, Kürt ve Zaza Aleviler'in, Türkçe'yi hiç terketmemiş olan Alevi Türkler'le yakın ilişkileri vardır.


Osmanlı öncesi ve erken Osmanlı tarihinde Heterodoks Kürtler Kürt aşiretlerin (mutlaka Safevi türünün olmasa da) Alevi dinsel fikirlerinin yayılmasındaki rolüne uzun süre değerinin altında paha biçilmiş gibi görünmektedir. Irène Beldiceanu-Steinherr'in arşiv araştırmasından elde ettiği bilgilere göre, ilk Bektaşiler göçmen aşiret kabileleridir. Osmanlı metinlerinde (Bektaş, Bektaşlu,Bektaşoğulları adlarındaki) bu aşiret gruplarına sayısız atıfta bulunulur; ve bu metinler onlarla Sivas'tan Malatya, Maraş, Antep kavisi ile Halep ve Adana'ya uzanan ve hatta fazladan daha batıdaki mekanlar arasında ilişki kurar. Belki de daha şaşırtıcı olan, bu aşiretlerdeki Kürt unsura yapılan sarih atıftır. Cevdet Türkay onları Konar-göçer Türkmân Ekrâdi taifesinden, "göçmen Türkmen Kürtler" olarak tasnif eder. Aşiretler listesinde sıkça yer alan bu terim, karma yapılı aşiretlere atıf yapar görünmektedir.


Xavier de Planhol'un ilk gözlemcilerinden biri olduğu üzere, 11. yüzyıl ve daha sonrasında sayısız Türkmen aşiretlerinin Doğu Anadolu'ya varışı, yoğun kültürel değişime ve (Kürtler'in iyi otlaklara doğru yaptıkları kısa mesafeli düşey göç ile Türkmenler'in yatay gezginliğini birleştiren) yeni bir tür pastoral göçebeliğe ve farklı kökenlerden küçük grupları birleştiren yeni aşiret oluşumlarına hız verdi. Karakoyunlu ve Akkoyunlu devletleri, Kürt klanları, görünüşe göre Türk unsurlu kendi aşiretlerine dahil etmiş olmalıdır; ve Osmanlı döneminde geniş bir aşiret konfederasyonu olan Boz Ulus'un Türk unsurlar kadar Kürt unsurlara da sahip olduğu bilinir. Yüzyıllar boyunca izleri sürülebilecek olan bazı aşiretler dillerini Türkçe'den Kürtçe'ye, ya da tam aksi şekilde değiştirdiler; bu aşiretlerin mensuplarının kompozisyonları da zamanla kaymış olabilir.


Sözde Bektaşi aşiretler, daha sonra Alevi Kürtler'le karşılaşacağımız bölgelerde bulunurlar. Ancak bunlar, şimdiki Alevi Kürtler'in oluşumunda yer alan sayısız Kürt aşiret unsurlarından yalnızca biri olmalıdırlar. Osmanlı kaynaklarında bazı temel Dersimli aşiretler adlarıyla yer alır. Örneğin Türkay, Lolan, Dirsimli ve (19. yüzyılda Dersimli aşiretlere atıfta bulunmak için kollektif olarak kullanıldığını gördüğümüz) Dujik/Duşik aşiretlerine dair sayısız vakıadan söz eder ve hepsini Ekrâd taifesinden olarak sınıflandırır; yalnızca tek bir büyük Dersim aşiretinin, Balaban'ın, Türk olduğu, Yörükan taifesinden olduğu söylenir -Balaban aşiretinin Zazaca konuşmasına rağmen, bugünkü komşularının kabul eder göründükleri bir ad.


Türkmen aşiretlerin heterodoks (ana akımdan sapmış olan) fikirlere karşı giderilmesi olanaksız bir eğilimi varken, Kürt aşiretlerin, en azından Osmanlı İmparatorluğu'na dahil oldukları dönemde (kabaca 1515), sadık Sünniler olduğu fikri genellikle kesin addedilir. Kürtler'in mutaassıp Sünniler oldukları fikrini önde gelen Kürt aileleri ile Yavuz Sultan Selim ve haleflerinin arasındaki ittifakı bozan diplomat İdris Bitlisi ortaya atmış olabilir. İdris ve oğulları Ebü'l-Fazl, Sa´dettin, Hüseyin ve Müneccimbaşı gibi onun izindeki diğer Osmanlı tarihçilerinin yanısıra egemen Kürt ailelerinin tarihçisi Şeref Han Bitlisi, Kürtler'in Safaviler'e karşı Osmanlılar'ı tercih etmesinin nedenini onların dinsel inançlarına bağlar. Sünni ortodoksluğun açıklanması Sultan'a sadakatin aşikar bir taahhütüydü; bu yüzden, Kürt tarihçilerin Kürtler'in ortodoks olduğu konusundaki ısrarı, kendilerinin ne olduğunu bildikleri şeyden çok, Sultan'ın inanmasını diledikleri şeyi yansıtıyor olabilir. Hayatının hatırı sayılır bir bölümünü Safaviler'in hizmetinde harcayan Şeref Han bile, -(Osmanlılar'a açıkça siyasal bir tehdit teşkil etmeyen) sayısız Yezidi'den söz etmekte tereddüt göstermemesine rağmen- Kürtler'in (Şii) heterodoksisinden nefret ettiğini vurgulamıştır.


İleride Yezidiler'e dair birkaç şey söyleyeceğim, ama önce Kürtler arasında aşırı Şii fikirlerin varlığına dair bir iki yorum yapmak isterim. Aslında bunların, sözü geçen Kürt yazarların kabul eder göründüklerinden çok daha yaygın olduğuna dair belirtiler vardır. Hem Şeref Han'ın, hem de İdris'in memleketi olan Bitlis, kendi payına düştüğü oranda ortodoks olmayan düşünür yetiştirmiştir. 1450 civarında Giyathuddin al-Astarabadi'ce yazılan Hurifi metni İstivaname, şerî yükümlülüklerin halihazırda cennete yaşadıklarından dolayı gerçek müminleri bağlamadığını iddia eden sapkın bir öğretinin kaynağı olarak Derviş Hacı `İsa Bidlisi'den söz eder. Simav kadısının oğlu Şeyh Beddreddin'in fikriyatı üzerindeki etkilerin izi de aynı bölgeye doğru sürülebilir: Bedreddin'in asıl mistik hocası, Bitlis yakınındaki bir bölgeden gezgin bir alim olan Hüseyin Ahlati'dir.


Bugünkü Yezidi önderlerinin bazılarının dinlerini aşırı Ali karşıtı bir mezhep olarak sunmaları (hatta emirlerinin ailesine mensup bir kişinin adı Muaviye'dir), Alevi Kürtler'in ve Güney Kürt bölgelerindeki Ehl-i Hak /Kaka'i'lerin fikir ve fiiliyatlarındaki yakın benzerlikleri görmemize engel olmamalıdır. Bugün soyları tükenmiş olan Şemsîler'in muhtemelen ziyadesiyle benzer bir dördüncü dine sahip olduklarına yukarıda değinilmişti. Her dinsel grup arasındaki ilişki, şu ana kadar varsayılandan daha içten olabilir. Bu yüzyılın ilk yıllarında Anadolu'yu dolaşarak kafataslarını inceleyen Alman antropolog Felix von Luschan, Aleviler'in ve Yezidiler'in, en azından bazı komşularınca, bir ve aynı mezhepten olarak algılandığını farkeder: Batı Kürt bölgelerinde bazı yerlerde aynen Kızılbaşlar'a benzeyen insanlara Yezidi deniyor ve bunlar Kızılbaşlıkla hiçbir ilgileri olmadığını iddia ediyorlar; diğer yerlerde, Kahta'da Böilam Nehri'nde* ve yine Diyarbakır yakınlarında bana söylenenlere göre, Yezidi ve Kızılbaş aynı şeyi tanımlamak için kullanılan, biri Arapça diğeri Türkçe iki ayrı kelime. Bunun doğru olup olmadığını bilmiyorum; ancak, tahkik edebildiğim kadarıyla her iki grubun da itikat ve toplumsal durumları tamamen benzer. (von Luschan 1911) (Erzincan'ın doğusunda) Tercan'da bir köyde söyleştiğim yaşlı bir Alevi Zaza, Yezidiler'le herhangi bir ilişkiyi reddetmekle birlikte, Melek Ta'us'un adını ve beni o zaman etkileyen Yezidi menşeli efsaneleri bilir görünüyordu. Luschan'ın Yezidiler'in "tamamen Kızılbaşlar gibi" olduğuna dair gözlemi, onların üzerindeki kafatasları incelemelerine dayanır. Anadolu'nun tüm sekter Şii gruplarının -Likya'nın Tahtacı ve Bektaşları'nın, İç Anadolu'nun Kızılbaşları'nın (ve onları çok andıran Yezidiler'in) olduğu kadar, Ansariye'nin (örneğin Nusayri'nin)- kafataslarına ait indekslerin birbirlerine çok benzer olduklarını bulmuş ve komşuları olan Arap ve Kürt gruplarla aralarındaki farkı göstermek için karşılaştırmıştır. Kafataslarını incelediği tüm mezhepler

kısakafalıdır (brachycephalic) ve tüm Sünni komşuları da uzunkafalı (dolichocephalic). Von Luschan, sözlerini ilk anılanların "dinlerini korumuş ve bu yüzden yabancılarla dış evlilikten sakınmış, böylece eski karakteristik özelliklerini korumuş olan eski homojen bir nüfusun arda kalanlarını" temsil ettiğini söyleyerek bitirir. (von Luschan 1911)


Benliğin yer değiştiren hayalleri Alevi Kürt aşiretlerin bazı yerel tarihçileri, özellikle Fırat, Rişvanoğlu ve Kocadağ, kendilerini en azından kısmen sözel geleneğe dayandırmaya çalışarak, aşiretlerinin Türk kökenlerini şiddetle vurgulamışlardır. Eserleri faydalı bilgi kırıntıları içerir; ancak, bu aşiretlerin resmi Kemalist tarih görüşü uyarınca Türklüklerini 'kanıtlama'ya yönelik siyasal saikli arzuları nedeniyle aşırı ihtiyatla kullanılmalıdırlar. Öte yandan Dersimi gibi diğer yerel tarihçiler Kürtlüklerini vurgulamışlardır ve yakın zamanlarda Dersim kökenli insanlar arasında Kürtlükten farklı bir unsur olarak Zazalığa vurgu yapan bir fikir ekolü vardır (Pamukçu, Selcan, Dedekurban).


Cumhuriyet döneminden önce bu aşiretleri Kürt ya da Kızılbaş'tan başka bir şekilde adlandıran herhangi bir kaynağa rastlamadım. Erzurum'daki Rus konsolosu Jaba'nın kullandığı 19. yüzyıl ortalarına ait bir Kürt kaynağı, onları (merkezî Dersim'de bir dağın adı ve Dersim'in dağlık bölgesinin tümüne verilen bir ad olan Dujik Baba'dan sonra) Dujik Kürtler olarak adlandırır ve şunu ekler: "Türkler onları Dujik Kürtler ya da basit Kürtler (Ekrad) olarak adlandırırlarken, gerçek Kürtler de onlara Kızılbaş derler." Dersim'i 1866'da ziyaret eden Diyarbakır'daki Britanya konsolosu Taylor, münhasıran Kızılbaşlar'dan (ama özellikle alt gruplar olarak Şeyhhasanlı ve Dersimliler'den); bölgeye 1879'da giden Avusturyalı görevli Butyka, Dersim Kürtleri'nden ve daha dar anlamıyla "Seyit Hasanlı Kızılbaş Kürtleri"nden söz eder.


Bununla birlikte, bu aşiretlerden en azından bazılarının yabancı kökenleri olduğunu ima eder görünen sözel gelenekler vardır. Taylor'a (1868: 318) halihazırda Şeyhhasan aşiretinin aslen Horasan'dan olduğu ve Dersim'e yakın zamanda Malatya yakınındaki Alacadağ bölgesinden geldiği söylenmiştir. (Taylor'a göre Dersimliler "aslen pagan bir Ermeni neslin" ardıllarıdırlar.) Kürt milliyetçisi Nuri Dersimi de çok daha yaygın olduğunu gördüğü bu geleneğe -zerre şüphe duymadan- işaret eder.


Yalnızca Şeyhhasan değil ama bazı başka Dersim aşiretleri (Izoli, Hormek ve Sadi) de, temel seyit soyları Kureyşli ve Bamasoran gibi yüzyıllarca önce Horasan'dan gelmiş olduklarını iddia ederler (1952: 24-25). Dersimi bu Horasan kökenini, çoğu Kürdün Kürt olduğuna inandığı popüler Alevi kahramanı Horasanlı Ebu Müslim ve ikincil olarak Hacı Bektaş ile ilintilendirir. Bu, şüphesiz, söz konusu geleneğin bu kadar popüler olmasının ve seyitlerden onların 'müritleri' olan aşiretlere yayılmasının bir nedenidir: Horasan Aleviler'in anayurdu olarak bilinir. Dersimi bunun yanısıra, bu aşiretlerin bölgeye vardıklarında halen Zazaca konuştuklarını, hatta kendi zamanında bile sözde seyitlerin Türkçe konuşamadıklarını vurgular. Bu az bir ihtimalle, bu aşiretlerin Türk olduğunu iddia ederek teyit için Horasan bağlantısını gösteren resmi Türk tarih tezine üstü kapalı bir tepkidir.


(Cumhuriyet döneminden önce insanların Horasanlılar'ı Türk kökenli saymadıkları görülmektedir.) 1930'larda, birkaç aşiretin kendilerini Moğol işgalinden önce Doğu Anadolu'ya gelen askerî bir maceracı olan Celaleddin Harzemşah'ın askerlerinin ardılları saydıkları söylenir. 1930'ların başına ait bir Türk istihbarat raporu, Pülümür bölgesindeki yaşlı erkeklerin hala Celaleddin Harzemşah'a dair efsaneleri hatırladıklarını, Dujik Baba Dağı'nın onun mezarı olarak sayıldığını ve bu yüzden aynı zamanda Sultan Baba olarak da bilindiğini kaydeder. Bunun yaşayan bir efsane mi; yoksa yakın zamanda, Horasan temasına tarihsel olarak mümkün Türk soyları ile aslında olmayan şeyler ilave eden amatör bir tarihçi tarafından icat edilen bir şey mi olduğu benim açımdan sarih değildir. Her ikisinde de Sünni Müslüman dayanışmasına kuvvetli bir münacaatın yapıldığı Birinci Dünya Savaşı ve Türkiye'nin Bağımsızlık Savaşı, bir bütün olarak Dersim toplumu üzerinde bir etkiyaratmamıştır. Ruslar'a ve Ermeniler'e karşı mücadelede güçlerini Dersimliler'le ikmal etmek isteyen ve Dersimli Aleviler'in Bektaşi köylüler

gibi olduğuna inanan Jön Türkler, Dersimliler'i savaşa teşvik etmesi için Bektaşi Çelebi Celaleddin Efendi'nin yardımına müracaat ederler. Çelebiye eşlik eden Nuri Dersimi'ye göre, bu çabalar, merkez Bektaşi tekkesinin Dersim'de çok az bir etkiye sahip olduğunu kanıtlayacak şekilde neredeyse tamamen başarısız olmuştur. Fırat (1970) kendi aşireti olan Hormek'in, aktif olarak yer aldığını öne sürer; ancak, kitabının savunma mahiyetinde olan niteliği bundan bir miktar şüphe duyulmasını haklı kılar.


Bağımsızlık Savaşı'na da olsa olsa isteksiz bir katılım vardır. Baki Öz'ün Doğu Anadolu Alevileri'nin bu erken dönemde Mustafa Kemal'i Ali'nin ve Hacı Bektaş'ın ''don-kılık'' değiştirmesi olarak kabul ettiklerine dair iddiası muhtemelen bir tarih hatasıdır ve daha sonraki bir döneme atıfta bulunur. Bölgenin ilk cumhuriyet valilerinden biri olan ve kitabını savaştan sadece on yıl sonra yazan Ali Kemali, daha güvenilir bir kaynaktır ve o sadece Ankara hükümetine karşı bölücü Kürt isyanlarından söz eder. Mustafa Kemal'in kimi önemli aşiret reislerini atamaya ve milletvekili yapmaya çalıştığı doğrudur. Ancak Kemalist hareket (Sünni) Müslüman bir hareket olarak göründüğü müddetçe, Dersim'de çok fazla şevk yaratmamış; yeni bir hükümet olması, sıradan Dersimli Alevi için onu sadece daha az çekici kılmıştır.


Kürt milliyetçiliği bu dönemde Dersim ve Sivas halkları arasında belirgin bir takipçi kitlesi bulmuştur. Yeni doğan Türkiye'de kesinlikle milliyetçi Kürt kimliği olan ilk ayaklanma, Dersim'den de bir miktar yankı bularak, Koçgiriler arasında zuhur etmiştir. Kürdistan Te`ali Cemiyeti'ni örgütleyenlerden biri olan Nuri Dersimi, Sivas'ta sadece Kurmanci ya da Zazaca konuşan Aleviler'in değil; ama aynı zamanda -Türk olarak görülen yeni Ankara hükümetine açıkça muhalefet eden- Alevi Türkler'in de Kürt milliyetçi birliğine katıldığını ve kendilerini Kürt olarak adlandırmaya başladıklarını nakleder (Dersimi 1952).


Bunun bir Kürt isyanı olduğu, (Kürt'e Kürt diyen son Türk yazarlardan biri olan) Ali Kemali tarafından da kabul görür. Ama, Dersimi'nin Alevi Türkler'e dair gözlemleri ve isyanın Sünni Kürtler arasında destek bulmaması göz önünde bulundurulduğunda, bu bir Kürt isyanı olduğu kadar açıkça bir Alevi isyanıdır da. En karizmatik önder olan Alişêr, yukarıda söylendiği gibi, aynı zamanda yöneliminin laik Kürt milliyetçisi değil, Alevi ve Kürt olduğunu gösterir bir şekilde, Türkçe yerine Kurmanci dilinde nefes derlemeye başlar.


Uzun bir çatışma tarihine sahip oldukları Sünni Zazalar ve Kurmanci konuşanlarla çevrilmiş olan daha doğuda (Bingöl, Muş, Varto) yaşayan Alevi Kürtler, kendilerini Kürt addetmeye daha az meyillidirler. Geleneksel düşmanları, hem milliyetçi hem Sünni Kürt nitelikli Şeyh Sait isyanında yer aldıkları zaman, bu aşiretler, özellikle Hormek ve Lolan, Kürtler'e karşı çıkarak Kemalist hükümetle kaderlerini birleştirdiler. Bu aşiretlerin egemen seçkinlerinin bir kısmı, en azından 1930'lardan bu yana kesin olarak kendilerini Türk olarak tanımladılar; bunun sadece Kürtler'in yokluğunu iddia eden resmi görüşe bir cevap mı olduğu, yoksa eski bir kökene mi dayandığı henüz bilinememektedir. (Bununla birlikte, Osmanlı kaynaklarında bu aşiretler Kürt olarak anılırlar.)


...devamı ''KÜRTLER ve ZAZALAR - 4''

5 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentarios


Yazar Hakkında
WhatsApp Image 2022-11-17 at 2.45.19 PM.jpeg

Muzaffer Haluk Hızlıalp 30.11.1962 yılında İstanbul’da doğmuştur. İlk öğrenimini Erenköy ve Yıldız İlkokullarında, orta ve lise öğrenimini Fransız Saint-Benoit Erkek Lisesi’nde, Üniversite eğitimini İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde, lisans-üstü eğitimini ise İngiltere King’s College’ da tamamlamıştır.

#GunesInsan

Yeni bir çalışma yayınladığımda güncelleme almak için bloguma abone olun.

Teşekkur ederim!

bottom of page