İYON/YUNAN ÇARPITMASI ve ANTİK TÜRK TARİHİ
Bu konuda bloğumda çeşitli makalelerim bulunsa da (linkleri yazının sonundadır) yüksek önemini göz önüne alarak yabancı kaynaklardan edindiğim bilgileri paylaşmak istedim. Konu çok önemlidir; çünkü günümüzde de olanca gücüyle devam eden sömürgecilik ve sözde yerli-milli işbirlikçileri çarpıtılmış tarih tezleri ile ulusları ve köklerini yok etmek istemektedirler.
Anadolu‘da yaşadıkları bilinen ve bir kısım Yunanlıların (Greklerin) ısrarla kendilerini ecdat olarak ilişkilendirmek istedikleri kökleri Pelasglara uzanan Antik Çağ İyonyalıların kimliklerini, özellikle yabancı bilim insanlarının katkılarıyla, biraz daha netleştirmeye çalışalım.
“Hiçbir şey, göründüğü gibi değildir’’.

Ünlü İskoç arkeolog (1851-1939), tarihçi, İncil uzmanı ve Türk toprakların da uzun yıllar arkeolojik araştırmalar yapmış olan William Mitchell Ramsay ’in, Greklerle ilgili olarak 1919 yılında ortaya koymuş olduğu bilgiler, antik bir Anadolu kavmi olarak bilinen İyonyalıların, Grek oldukları tezini çürüten önemli kanıtlardan sadece bir tanesidir;
“Anadolu'da yaşamış antik kültürlerden İyonyalıların Greklerle bağlantıları yoktur ve tarih boyunca olmamıştır. İyonyalılar Grek olarak nitelendirilemezler. İyonyalılar, Anadolu’nun Batısında, Ege kıyılarında çoğalan ve gelişme kaydeden bir kültür olmuşlardır. Eski Ahitte (İncil’de), Nuh Peygamber’ in oğlu Yafes’ in (Japeth) oğulları ve torunlarının soyundan geldikleri bildirilen “İyonyalıların” kimlikleri konusuna açıklık getirilmeden, antik tarih konusunda mesafe kat edilmesine imkân yoktur. İyonyalıların daha sonraları Greklerle birleştirilmeleri, köken olarak değil, “dinsel olarak” nitelendirilmelidir. Unutulmamalıdır ki milattan sonraki devirlerde Kilise, özellikle Ortodoks Kilisesi, farklı etnik grupları birleştirici bir rol oynamıştır.” (The Guardian/May 29, 1919, -The İncalculable Evils Of Partition- By Sir William Mitchell Ramsay, s. 9)

Türkiye‘ye gelip, kapsamlı araştırmalarda bulunmuş, ünlü bir Alman Doğu bilimci Philipp Fallmerayer (1790-1861) de W. M. Ramsay ile aynı görüşleri paylaşır. Günümüz Greklerinin antik kavimlerle akrabalık bağlarının bulunmadığını iddia eden bir başka bilim insanıdır. Oryantalist akademisyenler, Greklerin iddia ettikleri etnik kültür saflığına sahip olmadıklarını, ayrıca kültürlerinin de zayıf olduğunu, sahip oldukları kültürü kendilerinden önceki çağlarda yaşamış “Doğu’nun, Anadolu’nun eski kavimlerine” borçlu oldukları gerçeğinin altını uzun yıllar çizmişlerdir... Söz konusu bu durumu tarihçi Jacob Philipp Fallmerayer ünlü eser ve araştırmalarıyla ortaya koymuştur.
Fallmerayer’in (Geschichte des Kaiserthums von Trapezunt – Trabzon İmparatorluğu’nun Tarihi) adlı eseri 1827’de Münih’te basıldı. Mora yarımadası tarihine dair Geschichte der Halbinsel Morea während des Mittelalters isimli çalışmasıyla tekrar dikkatleri çeken Fallmerayer, bu eserleriyle Bavyera Akademisi muhabir üyeliğini kazanmış olmakla beraber hâlâ lise hocalığı yapıyordu. Üniversite hocalığına geçmek istiyorsa da bu arzusu kabul görmüyordu. Bunun sebeplerinin başında her iki kitabında zamanın modası olan Helen hayranlığını (Philhelenizm'i) zedeleyici bir tutum içinde olması gelmekteydi.
‘’Batılı Tarih tezleri doğrultusunda, Ortodoks Greklere eski ve bilge bir cet (ata) bulmak gerekmiş ve böylece Doğunun, Anadolu'nun antik medeniyetleri “model” olarak alınmış ve Greklere yamanmış “adapte” edilmiştir.” (R. Beaton – David Ricks, The Making Of Modern Greece, Ashagate Publishing Ltd. London, 2009, s. 40).
“Etrüsklerle akrabalık bağları olduğu bilinen Lidya, İyonya, Likya, Frigya (İskit-Kimmer) Bergama ve Karya Krallarının ülkeleri daha sonra, Mora kavimlerinin göçlerine sahne olmuş; Mora kavimleri kültür, mitoloji ve dillerini bu uygarlıklardan almış, daha sonra Makedonyalı İskender ile bu bölgeler Helenleştirilmiş- Anadolu İyonya da yaratılan helen dili kullanılmış ve bu topraklarda yerli diller devam etmekle birlikte helen dili de kullanılmıştır.
Doğu Roma Ortodoks Hıristiyanlığı, Anadolu topraklarında kendini latin yerine (latin katoliklerle olan düşmanlık ve ayrışma nedeniyle) helen dili ile ifade etmiş ve Anadolu halkları Doğu Roma politikası gereği asimile edilmeye çalışılmıştır.” (William M. Ramsay, The Letters To The Seven Churches, Kessinger Publishing, Whitefish/Montana, 2004, s. 119, 120, 378).
Romalı ve Doğu Romalıların ve 17. Yüzyıldan itibaren Batılı Hint-Avrupa akademisinin Asenaları (R’asenna-Etrüskleri) farklı isimlerle zikretmeleri, zihinlerde karışıklık yaratarak, Etrüsklerin Türk-Anadolu-Ural köklerinin ustaca gizlenmesi sağlanmıştır.
“Türklerle ilişkilendirilen pek çok antik bölge – şehir – kavim - krallık – alfabe – mitoloji- tanrı ve tanrıça” orijinal adlarının, helen diline sonradan değiştirilerek, gerekli altyapının hazırlandığı tespit edilmiştir.
Objektif antik tarih uzmanları, antik adların, alfabe ve yazıların, farklı ulusların dillerine karşı nedensiz bir düşmanlık besleyen Grekler ve Batılı tarihçiler tarafından değiştirildiği hususuna bizzat dikkat çekmişlerdir.” (James Noel Adams, Bilingualism ant The Latin Language, Cambridge University Press, London, 2003, s. 102 – 107).
Araştırmalarımız bize göstermiştir ki, Batılılar “biz ne söylersek, neyi iddia edersek ve bilim diye neyi ortaya koyarsak, ancak onlar doğrudur ve bilimseldir. Bizim iddialarımız kesinlikle sorgulanamaz” düşüncesini, gelişmemiş ya da gelişmekte olan ülke aydınlarına, yüzyıllardır öylesine telkin etmişlerdir ki, Türkiye’deki sözüm ona aydın, akademisyen ve bilim insanlarının pek çoğu, kendi vatanlarının tarihi ile ilgili bilimsel gerçekleri dahi, “Batı onaylamıyor – kabul etmiyor, hatta Batılılar bize gülerler...’’ diyerek, görmezlikten gelmektedir.
Diğer bir ifadeyle gerçekleri ortaya koymaya çekinmekte ya da en kolay yolu tercih etmekte, hatta; Antik Türk Tarihi’ni toptan reddetmektedirler. Bir başka ifadeyle, “Batı, kendi iddia ve çıkarlarının aleyhine olan tarihi gerçekleri neden onaylasın?” kabulüyle hareket etmektedirler.
Oysa tüm bilim dallarında olduğu gibi, antik tarih kaynaklarının da tarafsız ve önyargısız olarak araştırılıp, incelenmesi gerekir. Çünkü gün ışığına çıkarılan bilimsel bilgi ve bulgular mevcut antik tarihin siyasi ve sömürgeci emeller doğrultusunda, biz Türkler aleyhine saptırıldığını ortaya koymaktadır.
Batılıların, yüzyıllardır Türkler aleyhine geliştirmiş oldukları düşünce ve tutumları, onların antik tarih yazımına da fazlasıyla yansımıştır. Şöyle ki, “Türk’’ adının, ya da Türklerle ilişkilendirebilecek adların kullanılmamasına ve bazı durumlarda da bu adların ustaca gizlenmesine özellikle dikkat edilmiştir.
Bugün batılı akademik bir çok çalışma bir yana ‘’wikipedia’’ ortamında bile sağlam bir ‘’antik yunan’’ propagandası yapıldığı, ‘’yunanlı filozof Sokrates, yunanlı tarihçi Herodot…’’ gibi tanımlamalar yakıştırıldığı sıkılıkla görülmektedir.
Aslında bu yanlı çalışmaları yapanlar açısından bakıldığında, bu davranışları gayet normaldir, çünkü Türklerin antik tarihini ortaya koymak ve miras haklarını Türklere teslim etmek, Batılıların siyasi çıkarlarına ters düşmektedir.
Öte yandan bu çarpıtmalar yalnızca ''antik yunan'' ve ortodoks kilisesi yaklaşımıyla sınırlı değildir. Günümüzde Ortadoğu sınırları üzerinde yürütülmekte olan BOP adlı projenin de kaynağı ''Eski Ahit'' ve ''Yeni Ahit'' evanjelist-siyonist metinlerindeki herhangi bir bilimsel ve arkeolojik kanıt içermeyen hurafelere dayandırılmaktadır!
Öz eleştirel bir bakış açısıyla biz Türkleri ilgilendiren derin ve antik tarihi gerçeklerin ortaya çıkarılmasını onlardan bekleyemeyiz. Bizim kendi tarihimize artık kendi öz gençlerimizin sahip çıkması zamanı çoktan gelmiştir.
Osmanlı sonrası kurulan Türkiye Cumhuriyeti’mizin uluslararası literatürdeki İngilizce adının “hindi’’ anlamına gelen “Turkey’’ olarak ortaya atılıp kullanılması da, büyük Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı ile güçlü bir tokat attığı İngilizlerin kuyruk acısıyla bir başka öç alma, algı yönetimi operasyonundan başka bir şey değildir.
Bu sebeple her platformda Cumhuriyetimizin ve kadim ulusumuzun isminin “TÜRKİYE’’ olarak kullanılmasına özen göstermemiz, yazılı ve sözlü iletişimde hiçbir şekilde “Turkey’’ ismini kullanmamamız gerekir.
Konu ile ilgili diğer makaleler
Kaynaklar
The letters to the seven churches of Asia and their place in the plan of the Apocalypse. by: Ramsay, William Mitchell, Sir, 1851-1939.
The Historical Geography of Asia Minor - Ramsay, William Mitchell, Sir, 1851-1939.
https://www.youtube.com/watch?v=jkOl_Q5NlLg - Archaeologist Sir William Ramsay -- Can we trust the New Testament?
Geschichte des Kaiserthums von Trapezunt – Trabzon İmparatorluğu’nun Tarihi - Jacob Philipp Fallmerayer.
Geschichte der Halbinsel Morea während des Mittelalters - Jacob Philipp Fallmerayer.
Comments