HATTİ-HİTİT GERÇEĞİ
Güncelleme tarihi: 22 Mar 2023
Atatürk’ün şu sözünü tekrarlayalım: “Türk çocuğu atalarını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır” (1930) …
Yıl 1936 Atatürk…: “Tarih Kurumu'nun Alacahöyük’te yaptığı Hatti-Hitit kazıları sonucunda bulunan 5500 yıllık Anadolu Türk Tarih Belgeleri Dünya Kültür Tarihini yeniden incelemeye sebebiyet verecek niteliktedir.’’ Atatürk Alacahöyük ve Hattuşaş kazılarını kendi cebinden karşıladığı bütçe ile başlatmıştır.
Atatürk “En aşağı 7000 yıllık bir Türk Beşiğidir, Anadolu” diyor. ‘’En aşağı’’ demesi de tesadüf değil. O dönemlerde daha ‘’Göbeklitepe-Dünya’nın en eski tapınağı’’ ortaya çıkarılmamış. Daha birçok tarihsel keşfin yapılacağını da öngörüyor.
Bu durumda şu an bilinen ya da bize öğretilen tarihe göre Türklerin 1071’de Anadolu’ya geldikleri varsayımı çöpe gitmiyor mu? Acaba neden Atatürk, 4000 demiyor 5000 demiyor da en aşağı 7000 yıl diyor? Bunu kaçımız duydu, anlamlandırdı ve gereğini yaptı? Sormak lazım…
Bize hep şunlar öğretilmedi mi ve bizler de kabullenmedik mi (''yaaa hakikaten biz böyleyiz'' diye) ?!...
· Türkler, Anadolu’ ya ilk defa 1071 de Selçuklu Alparslan ile girdi.
· Türkler göçebedir, yerleşik düzen ve medeniyet bilmezler.
· Türk savaşçı ve barbarları ‘’Batı’’ topraklarını istila etmişlerdir. Onların tekrar Orta Asya’ ya sürülmeleri gerekir (işte size Sevr'i meşrulaştıran batı mantığı) ??!!....
Bu kalıp ve etiketler hala bir çoğumuzun, yazar, aydın ve akademisyenlerimizin, televizyonlara konunun uzmanı olarak çıkan ''prf.dr.'' lerimizin dilinden düşmüyor, ne yazık ki...kendi elimizle ikramda bulunuyoruz adeta...
Oysa ki, yukarıda belirttiğim gibi Ata'mızın cebinden vererek başlattığı kazılara ait olan Hatti-Hitit dönemine bir bakalım kısaca...
Herşeyden önce, Anadolu'nun en eski adı Hatti Ülkesi’dir ve halkı Anadolu’nun yerli halkıdır; MÖ 3.000 lerden itibaren 1.700 yıl boyunca da bu adla anılmıştır. Prof. Emin Bilgiç birçok Hattice şehir isimlerini ortaya çıkarmıştır. Hattilerin ülkesine gelip yerleşen Hititler (Nesiler), Hattilerin tanrılarını, kültürünü ve dilini kullanmışlardır.
Hattilerin mirasıyla güçlenen Hitit İmparatorluğu (MÖ 1600-1178) birtakım küçük krallıkların birleşmesinden oluşmuş bir konfederasyondu...
Burada ilginç olan bir nokta şudur:
Diğer Önasya memleketlerinde krallar ve Mısır firavunu tanrı oldukları halde, Hitit imparatoru tanrı değildi... "Başrahip" sıfatıyla tanrılara kurban törenlerine başkanlık ederdi. Bu bakımdan denebilir ki tanrı ile ulusu arasında bir rolü vardı.
Hitit imparatorunun durumu bizim padişahların "Zillullah" (Tanrı'nın gölgesi) deyimini andırıyor.
Hitit imparatoru kendi arazisini bazı soylu kişilere tımar olarak verirdi. Tımar mülkiyet değildi. İntifa hakkıydı.
Bu tımar sahibi, imparatora savaşlarda asker ve savaş arabası sağlamakla yükümlüydü. Hatta ordu savaşa giderken belli yerlerde durur ve yakın bölgelerden o imar sahiplerinin sağladığı askerlerle, arabalarla buluşur, böyle çoğala çoğala, büyüye büyüye giderlerdi...
Osmanlı ordusu da hep böyle gitmiştir. Yani bir yerden kalkıp bütünüyle hareket etmemiştir...
Hititler arabayı çok geliştirmişler.
Başlangıçta dört tekerlekli idi arabaları.
Sonradan iki tekerlekli ve savaş arabası oldu.
Eski Helen ve Romalıların savaş arabalarını Hititlerden aldığı artık anlaşılıyor. Yani arabanın içinde iki savaşçı duruyor. Önce üçtü sonra iki kaldılar. Onlar soylu kişilerdi.
Demek iki tekerlekli arabayla savaş alanına gidiyorlardı. Şimdi bu araba tekerlekleri başlangıçta tek parçaymış. Bu görülüyor, anlaşılıyor. Yani bu bizim kağnıdır. 4000 yıl boyunca kağnı Anadolu'da kullanıldı, yaşandı.
Hititlerden kalma idi...
Öküz ve araba. Kültür: Proto-Hitit (Anadolu) Tarih: 2000–1800 B.C. Orta: bronz. Kaynak: Dallas Sanat Müzesi.
*Oxen and Cart. Culture: Proto-hittite (Anatolia). Date: 2000–1800 B.C. Medium: Bronze. Source: Dallas Museum of Art.
Tabii bunlarla bitmiyor.
Hititlerin en önemli yanları hukuklarıydı.
Şimdiye kadar dünyada hukukun kurucusu olarak Romalılar biliniyordu. Halbuki şimdi Hitit tabletleri okundukça Hititlerin hukukunun buradan Roma'ya geçtiği anlaşılıyor.
Bu hukuk, eski deyimiyle dört başı mamur bir hukuktu... Ceza hukuku var, veraset hukuku var, medeni hukuk var...
Medeni hukuk alanından bir örnek verelim: Evlenme...
Evlenecek olan adam bir kız istiyorsa o kızın babasına bir ağırlık verirdi. Buna Anadolu'da "başlık" diyorlar. Yani kızı, babasından parayla satın alırdı. Anlaşılan yavaş yavaş ''ataerkil'' adetlere geçiş yapılıyor. Bu âdet Anadolu'da hep sürüp gitmiştir.
Bu sırada, eğer kızı daha evlenmeden önce başkası kaçırırsa, o kaçıran adam, ilk adamın, ilk adayın ödediği ağırlığı ödemek suretiyle bu sorunu çözüme bağlardı...
Burada kız kaçırmaya geliyoruz. Kız kaçırma yasal görülür. Hitit'de de öyleydi, bizde de öyledir. Hatta oyun olarak bile kız kaçırma vardır. Kız kaçırmak suretiyle evlenme sağlanır...
Bunlarda da çok benzerlikler var...
Fakat bence daha önemlisi Hitit edebiyatı ve sanatında. Şimdi edebiyat denince Hitit'de şiir yok, şiir bulunamadı. Şiire benzer bir-iki şey var, veba duası gibi. Bir de ilk yaz için Tanrıya yalvarmaları var, onlarda bir şiir havası görülüyor, fakat esas efsaneler yani mitler üzerinde durmak lazım...
Mitlerde bizim Helen (Yunan) mitolojisi diye bildiğimiz (hepimize öyle öğretildi) hikayelerin aynıları var. Yani bunların da kaynağı Hititler!..
Örneğin bir Niobe efsanesi var Helen mitolojisinde...Bu bizim Manisa Dağı üzerinde, bir kayada kabartma, oyma bir kadın başı var. Bu kadının gözlerinden sular akıyor. Yani ''Ağlayan Kadın''. Bu kadın on çocuk doğurmuş ve bununla o kadar mağrur olmuş ki, tanrıça Hera ile alay etmiş. "O, çocuk doğuramadı..." demiş.
Tanrıça da bunun üzerine kızmış, on çocuğu birden yok etmiş, öldürmüş. Kadın bu felakete dayanamamış, taş kesilmiş. Ama hâlâ ağlıyor, gözlerinden yaşlar akıyor. Bu mitin bir Hitit efsanesi olduğu anlaşıldı.
Halbuki biz bunu Helen-Yunan miti diye bilip öğreniyorduk ve üstelik de kalkıp Avrupa'ya gidip öğreniyorduk...
Halbuki bu bizim toprağımızın bir masalı...Çocuğu olmayan kadınlar "Ağlayan Kaya" ya gidip adak adıyorlar bugün...
Bir mit daha söyleyelim...
"Kumarbi efsanesi..." diye bir efsane var Hitit'de. Aslında bir başka Anadolu Uygarlığı olan Hurri kökenli bir efsane. Ana tema yan resimdeki (Ahmet Ünal'ın kitabı) Hitit tanrıları tarafından göklerin pay edilmesi mücadelesi.
Bu efsane tıpkı Hesiodos'un "Tanrıların Yaradılışı" kitabında, yani "Theogonia"daki gibi...
Oradaki efsanelere tıpatıp uyan efsaneler de var Hitit'de. Tanrılar birbirleriyle dövüşüyorlar, göklere egemen olmak için...
Helen mitolojisinde Zeus, babası Kronos'u indirir tahtından ve onun yerine geçer. Bu masal Hitit'de aynen var, ancak yüzyıllar önce...Hatta ayrıntısıyla var. Zeus babası Kronos'un erkekliğini keser. Hitit masalında da aynen böyle.
Yani bunun bir rastlantı olması söylenemez, değil mi? Efsanenin buradan gittiği anlaşılıyor...
Başka bir mesele daha var.
Sanatlara gelince, bilhassa mimarlık üzerinde durmak istiyorum; Hititlerin Tapınak Mimarlığı...Yunan anakarasına yine buradan geçmiş... Aslına bakarsanız ilk önce Anadolu-İyon Uygarlığı'na ordan da Yunan anakarasına...Ona "Bit-hilani" diyorlar. Bit-hilani, Asur dilinde "Dikdörtgen hol" anlamına geliyor...
Dikdörtgen bir bina, önünde sütunlar var... Yapının içinde, ortasında da tanrıya ait bir oda var. Bu tapınak tipinin ilk olduğu, yani buradan Yunanistan'a geçtiği anlaşılıyor.
Yalnız şunu hemen eklemek lazım, Hititler bu uygarlığa damgalarını vurmuşlar ama bunu da bir yerlerden almışlar. Sümer'e kadar giden bir uygarlık yoludur bu... katman katman Hitit'e kadar ulaşmış... Demek ki Sümer'den aktarılmış bu uygarlık, buradan da bugün Yunanistan dediğimiz coğrafyaya geçmiştir...
Yani, bugün bütün dünyanın "Yunan - Roma uygarlığı" dediği uygarlık, kökünü Sümerlerde, Elam, Hatti, Hurri, ve Hititlerde bulan bir uygarlıktır...Etrüsk, Pelasg ve İskitler'den hiç bahsetmiyorum, şimdilik...:)
Ama politik nedenlerle herhalde öbürlerinin sözü edilmiyor. Bütün dünya uygarlığın temelini Yunanistan ve Roma'da arıyor.
İsterseniz kısaca "Yunan" kelimesi üzerinde de duralım...Çünkü biz yanlış kullanıyoruz bu sözcüğü.
''Yunan'' demek, ''İyonya'' demektir. İyonya demek, Batı Anadolu demektir.
Haritadan da görüleceği gibi, Hatti ve Hitit dönemlerinde (MÖ 2500-1178) Ege bölgesindeki yer adları Wiluşa (Truva), Masa (Misia), Smirna (İzmir), Apasa (Efes), Arzawa (Batı Anadolu bölgesi), Millawanda (Milet) gibi Anadolu Hatti-Hitit kökenli isimlerdir. Bu isimler aşağıda görüleceği gibi Makedonyalı İskender'in Helenceyi benimsemesi sebebiyle dönüştürülmüştür.
Prof.Dr. Fahri Işık'ın aşağıdaki tespitleri çok önemlidir :
Demir Çağı’na da girilen MÖ 1200 dolaylarında, Mısır kaynaklarının bildirdiği kuzey ya da deniz halklarının acımasız istilası sonucu, Ege’nin batısında Akha Helenleri ve doğusunda Hitit gibi iki büyük uygarlığın çöküşü ardından ‘Ege Göçleri’ denen bir süreç başlar. Hellas’tan kopan bu göç dalgası eskiçağ biliminde tartışmasız olarak, Anadolu Ege kıyılarının ve önündeki adaların savaşla Helenlerin eline geçtiği biçiminde yorumlanır ve o zamandan başlayarak Batı Uygarlığı’nın kültür ve sanat adına her yaratısı Helenlere mal edilir. Beni bu dogmalaşmış savın tersine yönlendiren; bir ‘Yunan-Roma arkeoloğu’ olarak bölüm kurmak amacıyla gönderildiğim Erzurum’da, Anadolu’nun -uzmanlığım dışındaki- Prehistorya ve Önasya kültürlerini de öğretmek zorunluğu oldu. Öğretmek için öğrendiğimde gördüm ki ‘Ege Göçleri ile Hellas’tan geldiğini’ sandığım her şey, Anadolu’nun kendi yaratılarıymış. Göçle gelenlerin taşıdığı sürgünden filizlenen, kökü dışarda bir Helen kültürü değil, her zamanda Batı’yı besleyen, binlerce yılın birikimi bir alaşımdan şekillenen bir yerli emek ürünü.
‘Yazı Helence, halk da Helence konuşur’ algısını belleklerden söküp atmak, ‘atomu parçalamaktan da zor’. Anadolu’da her yerde olduğu gibi Phrygia ve Pisidia’da da Makedon İskender buyruğuyla yerli yazılar Helence’ye dönüşmüş, yüzlerce yıl sonra, Roma Dönemi’nde, Helence harflerle Phrygçe, Pisidce yazıldığına tanık olunmuştur. Ksanthos Kherei Dikmesi üzerindeki çiftdilli yazıtın özgün Lykçesi’nde Trqqas, Maliya, Pedrita ve Ertemi olarak okunan tanrısal adlar, Helence özetinde Zeus, Athena, Aphrodite ve Artemis’ tir. Helence tanrı adları, yazı Helence diyedir; halk öyle konuşuyor diye değil. Homeros’un, Herodotos’un Helence yazma nedeni de günümüz bilim dünyasında İngilizce yazma nedeni ne ise odur.
Sonuç olarak ;
Hitit Uygarlığı şöyle bulunuyor ilk defa. 1830'larda Charles Texier diye bir Avrupalı geliyor, burada eski bir kenti arıyor... Kızılırmak havzası içine gidiyor ve orada büyük bir kentin harabesini buluyor.
O kadar şaşırıyor ki Texier; "Tarium'u bulamadığımı anladım..." diyor, "fakat bu büyük şehir hangi ulusundu? Hangi ulus kurdu bu büyük şehri ?"
Tarihçiler hiç böyle bir ulus bilmiyorlar, tanımıyorlar.
Charles Texier;
"Bu şehir (Bugün bizim Boğazköy dediğimiz Hattuşaş) Atina'nın en parlak devrindeki kadar büyük bir şehirdir..." diyor... Atina'nın en parlak dönemi MÖ 5. yüzyıldır...Yani Perikles dönemi...
Demek ki Hititler Anadolu'da, Perikles döneminden 1000 yıl daha önce, o kadar büyük bir şehir ve uygarlık kurmuşlar.
Not : Daha detaylı bilgi için bkz. ''Kitap'' sekmesi ''Türkiye Cumhuriyeti - 2'' bölümü
Kaynaklar :
Hıfzı Topuz'un, "Gülümseyen Anılar" adlı kitabında, 5 Nisan 1975'de TRT'de, Melih Cevdet Anday ile Hititler üzerine yaptığı söyleşiden derlenmiştir...
Comentários