top of page

EREŞKİGAL ve İNANNA

Ruhlarımızın ışığın ulaşamayacağı kadar uzak köşeleri vardır. Ve oralarda yaşayan gerçekler karanlığa alışır.


Ondan kaçmayı asla düşünmez ve rahatsız edilmek istemezler…


Bugün ''farkındalık'' konusunu işlemek istedim ve olguyu bana göre en iyi simgeleştirenlerin Sümer tanrıçaları ikiz kızkardeşler Ereşkigal ve İnanna olduğunu fark ettim...:)



‘’İnanna’nın İnişi’’ miti yeraltı ölüler dünyasına iniş-erginlenme (inisiyasyon) ve yeniden doğuşu kapsayan dünyanın en eski mitlerindendir.

İnanna (İştar-Afrodit) cennet ve dünyanın tanrıçasıdır ve ‘’Benlik-Ruh-Ego’’ yu sembolize eder. Bu güç ona ‘’Benlik’’in koruyucusu, yaradılış, bilgelik, büyü ve suyun tanrısı Enki tarafından verilmiştir.


İnanna, Sümer devrinden sonra, Mısır’da İsis, Anadolu Hatti-Hitit' te Arinna, Anadolu Frig' de Kibele, Asur ve Akad mitolojisinde İştar ya da Astarte ve daha sonradan Mezopotamya’dan etkilenen Fenikelilerde ve Anadolu'dan etkilenen Helen'de Afrodit ismiyle ve Venüs ismiyle Roma'da da görülür.


Doğadaki bereketi ve yaşamı, (kutsal evlilik) ile sağlayan Ana Tanrıça motifi ilk kez nerede ortaya çıkmıştı?


Çok yanıtlı bir sorudur bu. Batı düşüncesinin uygarlığı Mezopotamya’da başlatan ve Mora-Teselya-Anadolu-Roma rotalarıyla ilerleten tarih anlayışı ideolojik bir dogma olsa da yeni araştırma ve keşifler yeni ufuklar açmaktadır bizlere…


Doğa olaylarına, dünyanın farklı bölgelerindeki farklı toplumlar, benzer tepkiyi vererek birbirlerinden bağımsız bir şekilde aynı kültürü yaratmış, aynı romanı yazmış olabilirlerse de, örneğin bereket getiren Ana Tanrıça soyutlamasının, kabul edilenin aksine Mezopotamya’da değil Anadolu’da başladığı yönünde heyecan verici bulgular ortaya çıkmıştır. Bunu Göbeklitepe, Karahantepe, Çatal Höyük, Körtik Tepe gibi birçok neolitik ve neolitik öncesi Anadolu höyüklerinde görmek mümkündür. Tek başına Göbeklitepe bile tarihin yeniden yazılmasını gerektirir...


Paleolitik Çağ’dan (MÖ 12.000) başlayarak insan, doğa olayları karşısında bir düzen ve anlam arayarak bu güçleri tanrılaştırmış. Soyutlama yoluyla olgunlaştırdığı ritüeller için yeniden somutlamaya giderek insan formunda figürin ve heykeller ya da şematik şekilde idoller yaratmış. Tarıma dayalı yerleşik düzene geçildikçe toprakla özdeşleştirilen dişil öğe ön plana çıkmış ve ana tanrıça inancı doğmuştur. Ancak dölleyici erkek, arka plana atılmamış ve tanrıçanın sevgilisi olarak bereket kültünün bir parçası olmuştur.


Kilisenin egemenliğinden sonra bile, bereket kültü halkların anonim belleklerinde korunmuş ve birçok bereket simge ve tanrısı Hristiyan azizlerinin gizli kimlikleri olmuştur. Tarımsal etkinlikle ilgili şenliklerde ve köy seyirlik oyunlarında çok-tanrılı dinlerin bereket ritüelleri günümüzde bile hala kendini göstermektedir.


Luvilerin Kuwawa’sı, Mezopotamya-Anadolu-Mısır-Mora, Teselya-Avrupa arasında seyahat eden bir Ana Tanrıçadır. Bu tanrıça Kenan ülkesinde Havva olacaktır ya da Meryem. Ki Meryem Ana, Efes’e gelerek yuvasına dönmüş olur aslında…


Kısaca ''Ana Tanrıça'' ve ''ana erkil'' kavramın tarihçesine baktıktan sonra gelelim ''Ereşkigal ve İnanna'' ya....

Ereşkigal: Sümer mitolojisinde ölülerin ve “Yeraltı” nın tanrıçası. Aynı zamanda İnanna ‘nın kız kardeşidir. Yargılamayı yapan, hüküm ve kanun çıkartabilen tek tanrıçadır. Anadolu ve Helen mitlerindeki Atena ve bilgelik sembolü Baykuş Sümer kökenlidir.

Enki, yeraltına inen İnanna ‘nın geri dönmesine yardım etmiş ve onu hayata döndürmüştür. İnanna ‘nın yeraltına iniş miti bir anlamda, kız kardeşi olan karanlık yeraltı tanrıçası Ereşkigal ile buluşmasıdır. Kız kardeşler, dişil enerjinin en eski ikili (dual) zıt özelliklerini sembolize eder. Yeraltı ‘’Bilinçaltı’’ nın sembolüdür. Bu sembolizm aslında bilinçlenme ve bütünlüğe erişmek isteyen bir kişinin kendi ‘’gölge bilinçaltıyla’’ yüzleşmesi anlamı taşır.


Carl Jung’un bireyleşme (birey olma) yolculuğu, sembolik anlamda, ‘’Yerüstü’’ nün bilinçli taraflarıyla, ‘’Yeraltı’’ nın bilinçdışı-gölgeli taraflarının buluşması, bütünleşmesi sürecidir.


‘’Yüce Yerüstü’’ nden olması dolayısıyla, ‘’Yüce Yeraltı’’ nın farkındalığı açılana dek İnanna ‘nın sınırlı bir bilinci ya da egosu vardır. Halkbilimci ve yazar Diane Wolkstein, ‘’Yüce Yeraltı’’ yani ‘’Bilinçaltı'' ndan dönebilenlerin artık kendilerinde ‘’Yeniden Doğuş’’ bilgisini barındırdıklarını vurgular ve bir insan ya da uygarlığın yeniden doğuşu, kendi yaşam ya da kültürüne yeni bir bakış açısı getirişi olarak yorumlar.


Yani bir anlamda ruhumuzun en karanlık köşelerinde saklanmış, yaşamımızda anlam veremediğimiz korku ve endişelerimizi yaratan duygularla yüzleşebilmek...Farkındalık ve bunlara karşı geliştirdiğimiz tavırlar...


Gündelik yaşamımızı bir alışkanlık dizisine dönüştürdük. Her gün tekrarlanan hareketler ve davranış şekilleri bizleri birer makineye çevirmekte... Makineler belli işleri yaparlar ama yaptıkları işin farkına varmazlar.

Farkına varmak veya farkındalık içinde olmak için, gözlemci olmak yeterli değildir: ayrıca katılımcı da olmak gerekir. Çünkü bir olayın nedenini dışarıdan gözleyerek anlayamayız, sadece bir yorum yapabiliriz ve bu yorumun doğru olup olmadığını bilemeyiz. Olayın içine katıldığımızda ise, neden-sonuç ilişkisinin bir parçası oluruz ve bu da biraz cesaret ve sorumluluk getirir.

Bilgi, sezgi ve farkındalık düzeyleri gelişmiş olan kişilerin sorumluluk duyguları da gelişir. Sorumluluk duygusu güçlü olan insanın ise benliği de gelişmiş diyebiliriz. Ancak “benlik” çok girift ve tanımlanması zor bir kavramdır. “Benlik” veya “ben” kavramı üzerinde hem psikologlar hem de filozoflar değişik fikirler yürütmüşler.


Freud için “ben” kavramının karşılığı “ego” sözüdür. Egosu güçlü olan bir kişi kendine aşırı önem verir ve yaşadığı her olayda kendini merkeze koyup önemser. Genelde “Kimsin?” sorusuna dış dünya değerleriyle yanıt verilir ve kimlik tanımı yapılırken ''evliyim'' veya ''bekârım'', ''tahsilim şudur'', ''sahip olduğum mevki şudur'' şeklinde açıklamalarda bulunulur. Yani, ‘ben’ derken, ‘bana ait’ demek istenir. Kişi kendinden söz ederken kendi özünden söz etmez; çünkü kendi özünü tanımak için gayret göstermemiştir. Kendini ona öğretilmiş olan dış dünya kavramlarıyla tanır ve tanıtır.

İnsanlar herhangi bir konuda karar alırlarken rasyonel düşündüklerini ve objektif davrandıklarını sansalar da, genelde varsayımlarıyla ve önyargılarıyla olayı değerlendirirler. Tüm boş inançlardan, varsayımlardan ve önyargılardan kurtulabilmek kolay değildir ve bu konuda çaba sarf etmek gerekir. İnsanların dış dünyayı ve kendilerini yorumlamaları farkındalık düzeyleri ile ilgilidir. Gelen etkilere verilen tepkiler de farkındalık düzeyinin ölçütüdür aslında...


Farkındalık düzeyi arttıkça insana bir dinginlik gelir ve etrafına huzur ile sevgi yayar. Çünkü farkına varan insan, kendini tanımış, içsel duygularla dışsal duyuları dengeye getirmiş demektir. Denge durumu da dinginlik, huzur ve sevgi olarak belirir. Huzursuzluk, korku, telaş, panik gibi ruh halleri içteki dengesizliğin belirtileridir. İçte dengeye varan insan dışta da denge sergiler. İç dengesi bozuk olan insanın davranışları da dengesizdir.

Farkında olmanın şartlarından biri de an içinde olmaktır. Yani, ne geçmişin hayallerine ne de geleceğin ümitlerine takılmadan gerekeni o anda yapmak farkında olmanın ilk koşulu...

Farkında olan kişi etki-tepki sürecinin dışına çıkmayı başarabilir. Bunun en güzel ve çarpıcı örneğini Kung-Fu (bireysel savunma-savaş sanatı) yapan mistik ustalarda görürüz. Kendisine saldıracak olursanız anında gerekli savunma hareketini yaparak etkiye en hızlı bir şekilde tepki gösterir. Fakat tehlikeyi savuşturunca da anında durup selam verir. Demek ki olay o anda başlamış ve o anda bitmiştir. Olaya katılmıştır ama olayın kendisini sürüklemesine izin vermemiştir. Kızgınlığı anlıktır ve ne olaya takılır ne de kin güder. Ne kendini ispatlamak ne de karşındakini cezalandırmak gereğini duyar. Çünkü egosuna tam olarak hâkimdir. Her şeyin hem çok önemli hem de çok önemsiz olduğunu bilir. Bu gerçeğin farkına varmak ''bilgelik'' tir.

Farkında olmak için ikili mantığın esiri olmaktan kurtulmak gerektiğini düşünüyorum. Gündelik hayatta ikili mantığı terk edelim demiyorum. Çünkü analiz yapmadan tanım yapmak mümkün değildir. Fakat ikili mantığın kısıtlayıcı yaklaşımını aşmasını da becerebilmek önemlidir. Bir olay birçok nedenden kaynaklanabilir. Bir nesnenin çeşitli yüzeylerini inceler gibi, olayların da çeşitli açılarına, görünmez nedenlerine bakabilmek önemlidir. Farkında olan insan, kendini kontrol etmeyi başarabildiği için uygar insandır. Kendini kontrol etmeyi başaran insan ise çevresiyle bütünleşir. Çevreden kasıt hem sosyal çevre hem de doğal çevredir. İnsan sosyal bir varlıktır. Bir aile sahibidir ve sosyal bir çevre içinde yaşar. Farkında olan insan hem faydalı hem de paylaşımcıdır. Farkında olan insan kıskanç olmaz, aksine başarılı olanları içten destekler ve onların başarılarına katkıda bulunur. Günümüzde dünyada olan tatsız ve üzücü olayların gerçek nedeni ise, insanların farkında olmadan yaşamlarını sürdürmeleridir.


Farkındalığı, çözümcülüğü ve sorumluluk duygusu gelişmiş insanların çoğalması dileğiyle...

55 görüntüleme1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

1 Comment


muratalpatli
Jun 14, 2023

çok güzel detaylar, harika anlatım ellerinize sağlık.

Like
Yazar Hakkında
WhatsApp Image 2022-11-17 at 2.45.19 PM.jpeg

Muzaffer Haluk Hızlıalp 30.11.1962 yılında İstanbul’da doğmuştur. İlk öğrenimini Erenköy ve Yıldız İlkokullarında, orta ve lise öğrenimini Fransız Saint-Benoit Erkek Lisesi’nde, Üniversite eğitimini İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde, lisans-üstü eğitimini ise İngiltere King’s College’ da tamamlamıştır.

#GunesInsan

Yeni bir çalışma yayınladığımda güncelleme almak için bloguma abone olun.

Teşekkur ederim!

bottom of page