06 EKİM 1923 İSTANBUL'UN KURTULUŞU
Güncelleme tarihi: 11 Eki 2024
İstanbul’un İşgalinde İngilizler Ne Yaptı ?
Bazılarının Atatürk’ün kurduğu Meclis’te Atatürk’e hakaret edip;
“İngilizler, bir kurşun atmadan İstanbul’dan çıktılar, Ankara hükümetine İstanbul’u teslim ettiler.” gibi gerçeklerle ilgisi olmayan benzeri ifadeler kullandıklarını çok gördük ne yazık ki !...
Bu haddini bilmeyenlerin bahsettiği zaman, İngiliz, Fransız ve İtalyanların İstanbul’u işgal ettiği, 1918-1923 yılları arasıdır.
Bu dönemin sonunda İngilizlerin bir kurşun atmadan İstanbul’u Ankara hükümetine teslim ettiğini Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde söyleyebilmek için, insanın en hafifinden ya bilgisiz, ya da tarihi çarpıtan art niyetli birisi olması gerekir.
Aşağıda okuyacağınız târihî olaylarda görüldüğü gibi, İngilizler işgal ettikleri İstanbul’da bırakın kurşun atmamayı, yataklarında uyuyan askerlerimizi bile kurşunlayıp öldürdü.
Ne yazık ki; bu konuşması nedeniyle şehitlerimizin ve atalarımızın ruhunu inciten bu saygısızlara gâzi unvanlı Meclis’te özür diletilmemiş, kamuoyu ve medyada konu üzerinde durulmamıştır.
Bu edepsizliğe tepki gösterilmemesinin biraz da toplumuzdaki unutma hastalığı ve tarihimize ilgi duyup okumamaktan kaynaklandığı görüşündeyim.
Örneğin Viyana'da, Avusturyalıların 1683 yılındaki Türk kuşatmasını unutmadığını, Türkleri Viyana önünden ve Macaristan’dan çıkaran ünlü kumandanlarının heykellerinin ve kuşatmayla ilgili anıların şehrin her yerinde olduğunu görmek mümkündür.
Ayrıca, Türklerin Viyana’yı kuşatmasını ele alan edebiyat, tarih ve güzel sanatlardaki sayısız eser de Avusturyalıların konuya ilgisini, verdiği önemi ve vefa duygusunu gösterir.
Onlar bundan 330 yıl önce şehirlerine yapılan kuşatmayı unutmazken, biz 106 yıl önce İstanbul’un düşman işgali altında kaldığını ve işgalcilerin ne yaptığını bilmiyoruz ya da bilmezden geliyoruz. İnanılır gibi değil !!..
Birkaç romanın dışında edebiyat, tarih ve güzel sanatlarda bu konuyu işleyen kaç eserimizi sayabiliriz? Evet, İstanbul 13 Kasım 1918’den 6 Ekim 1923’e kadar düşman işgali altında kalarak büyük çileler çekti. Bu dönemde İstanbul’da İngiliz, Fransız ve İtalyanların yaptıkları yüz karası olarak tarihin sayfalarına geçti. Ancak, bu kara günleri genç nesillerimize hangi eserlerle öğrettik ve hangi hâtıralarla gösterdik?
Yalnız esir şehir İstanbul’da İşgal Kuvvetleri’nin bütün engellemelerine rağmen, yüz bin kişilik Sultan Ahmet Mitinglerinde işgale direnen Türklerin sesi günümüzde duyulsa ve bilinseydi, atalarımızın yurdumuzu koruyan, kollayan cansiperane mücadelesine toz kondurulmaz ve milletin meclisinde böyle küstah konuşmalar yapılmazdı.
İstanbul neden işgal edildi?
1.Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonra 13 Kasım 1918’de İtilaf Devletlerinin kuvvetleri İstanbul’a girdi. Bunlar Osmanlı Hükümeti’nin her hareketini yakından takip ediyor, özellikle Meclis-i Mebusan'daki toplantılarla ilgileniyordu.
İstanbul Hükümeti’nin Anadolu ile birleşmesi, Türk toprakları üzerindeki emellerine engel olabilirdi.
Bu sebeple, İstanbul Hükümeti üzerine baskı yaparak bu birleşmeye engel olmağa çalıştılar.
Fakat Osmanlı Mebuslar Meclisi’nin Misak-ı Milli’yi (Ulusal And) kabulü, İtilaf Devletleri’ni korkuttu. Bunun üzerine Paris’teki “Yüksek Meclis” İstanbul’un işgalini ve milliyetçi Türk milletvekillerinin tutuklanmasını kararlaştırdı.
12 Ocak 1920’de toplanan Meclis-i Mebusan, 28 Ocak 1920 tarihindeki gizli oturumunda Misak-ı Milli kararlarını aldı ve kararlar bütün mebuslar tarafından imzalandı.
17 Şubat 1920 tarihli oturumunda da bu kararın basında yayınlanması ve bütün yabancı parlamentolara bildirilmesi kararlaştırıldı.
İstanbul’daki İtilaf kuvvetleri bu gelişmeler üzerine İstanbul’u işgal etti.
İngilizler, 9 Mart 1920’de milliyetçilerin toplanmakta olduğu Türk Ocağı merkezini bastılar. Bütün devlet binalarını ve karakolları denetim altına aldılar.
15 Mart günü de İstanbul’daki İtilaf Kuvvetleri Kumandanı yüz elli Türk aydınını tutuklattı. Aynı gün İtilaf Devletleri kuvvetleri Letafet Apartmanı'nda 8 Türk’ü şehit etti.
16 Mart 1920’de sabah 5:45’de İngiliz askerleri Şehzadebaşı’ndaki Karargâh Birliği Karakolu’na geldi. Askerlerimizin uyuduğu koğuşa girip, yataklarında uyuyan erlerimize ateş açarak 9’unu öldürüp 10’unu yaraladı.
Harbiye nezareti ablukaya alındı.
Harbiye Nazırı Fevzi Paşa süngülü İngiliz askerleri arasında götürülürken etraftaki bir kısım Rum ve Ermeniler ona hakaret ettiler.
18 Mart 1920’de İngilizler, meclisin etrafını makineli tüfeklerle sararak, toplantı halinde bulunan milletvekillerinden bazılarını tutuklayıp, sürükleyerek götürdüler.
Bir kısım milletvekilleri Anadolu’ya kaçtı. Böylece, son Osmanlı Meclis-i Mebusanı düşman süngüsü altında zorla kapatıldı.
Bu durumda İstanbul, fiilen ve resmen askeri işgale maruz kaldı.
Mustafa Kemal, Mebuslar Meclisi’nin kapatıldığı haberini alınca, bütün milletvekillerini ve İstanbul’daki yakın arkadaşlarını yanına davet etti.
İşgal Ordusu Kumandanı İngiliz generali yayınladığı bildiride: “İstanbul’da sıkıyönetim ilan olunduğu, emirlere aykırı veya düzeni bozacak bir harekete girişenlerin Divanı Harb tarafından muhakeme edilerek idam edileceğini” bildirdi.
Ayrıca beyannameye “işgal geçicidir” kaydı konulmuş, fakat işgal süresi tayin edilmemişti.
Yine bu bildiride, Kuvay-ı Milliye’nin birtakım İttihatçı ve soyguncudan ibaret olduğu da yazılı idi.
İstanbul’un işgalini Manastırlı Hamdi Efendi adında gayretli ve vatansever bir telgraf memuru Ankara’ya Mustafa Kemal’e haber verdi.
Mustafa Kemal, işgal olayı üzerine İstanbul’daki İtilaf Devletleri’nin temsilcilerine, tarafsız bütün devletlerin Dışişleri Bakanlıklarına protesto telgrafları yolladı. Bu telgraflarda Mustafa Kemal;
“Biz hakkımızı ve istiklâlimizi korumak için girdiğimiz kavganın kutsallığına ve hiç bir kuvvetin bir milleti yaşamak hakkından mahrum edemeyeceğine inanmış bulunuyoruz. İstanbul’un işgali olayından doğacak büyük mesuliyete son bir defa olarak dünyanın dikkat nazarını çekeriz. Davamızın haklılığı ve kutsallığı bugünlerde, Tanrı’dan sonra en büyük yardımcımızdır.” diyordu.
İşgalden sonra Salih Paşa kabinesi düştü. Yerine tekrar Damat Ferit Paşa kabinesi geçti.
Fakat artık ne padişah, ne de hükümetinden, milletin kurtuluş davasında herhangi bir yardım beklenemezdi.
Çünkü bütün maddî ve manevî gücünü kaybetmişti. Hatta bağımsız bir Osmanlı Devleti’nden dahi söz edilemezdi.
Osmanlı Devleti’nin yedi yüz yıllık hayat ve egemenliği İstanbul’un işgaliyle sona ermiş bulunuyordu.(1)
Malta Sürgünleri
İngiltere, bir Türk milli direncini başlamadan ezmek için Damat Ferit Paşa’nın destek ve yardımıyla asker ve sivil 145 Türk aydınını tutuklayıp Osmanlı Harp Divanı önüne çıkardı. Bundan bir netice alamayacağını anlayınca Akdeniz’in ortasındaki Malta adasına sürgün etti. Ziya Gökalp, Hüseyin Cahit, gibi yazar ve fikir adamları, Fahrettin Paşa, Ali Sabis Paşa gibi önemli asker ve devlet adamları sürgün edilenler arasında idi.
Mustafa Kemal Paşa da yakalanacaklar listesindeydi.
İngilizler onu ellerinden kaçırdılar.
İngilizlerin Malta’da 3 yıla yakın tuttuğu 145 sürgünden 15’i orada öldü. 20 Malta sürgünü tek veya topluca kaçmayı başardı.
Atatürk’ün çabaları ile esir İngilizlere karşılık takas edilerek kurtarılan Malta sürgünleri, İngilizlerdeki Türk düşmanlığı ve hoyratlığının eseri olarak millî hâfızamızda yerini aldı .(2)
İşgal edilmiş ”esir şehir” İstanbul’da yaşananlar elbette bunlardan ibaret değildi.
İstanbul halkı ölümü göze alarak eline geçen silâh ve cephaneyi, saman arabaları, yem torbaları sebze küfeleri içinde İstanbul Boğazı’nın dışına kadar taşıyıp İnebolu’ya gidecek mavnalara yüklüyordu. Vatanseverler kurşuna dizilmeyi göze alarak Selimiye, Maçka gibi silah depolarını boşaltıyordu.
Düşman kuvvetleri Türk limanlarındaki bütün gemi ve motorlara el koymuşlardı.
Onun için karada kağnılar, denizde mavnalar tek nakil vasıtaları idi.
İstanbul halkı işgal yıllarında aç ve çıplak kaldı. Çünkü İstanbul’u besleyen, giydiren şehirler artık bu görevi yapamıyordu.
Bütün bu yokluklara rağmen Türk İstanbul elinde avucunda ne varsa Milli Mücadeleyi desteklemek için Anadolu’ya gönderdi.
Kadınlar yatak ve yastıklarındaki yünleri Anadolu’daki askerlere giyecek ve çorap yapmak için kullandılar.
Türk İstanbul, işgal kuvvetlerinin dahi engelleyemedikleri, yüz binlerin katıldığı mitinglerle, Türkiye’nin Türklere ait olduğunu bütün dünyaya haykırdı.
İşgal yıllarında en büyük ızdırabı, İstanbul’un Türk halkı çekti. Çünkü şımarık, terbiyesiz, çalımından geçilmeyen işgal ordusu ve onları alkışlayıp arka çıkan bir kısım Rum, Ermeni ve Yahudi azınlığın yaptıkları, asırlardır hür olarak yaşayan Türklerin onurunu zedeledi. İşgalcilerin Türklere revâ gördükleri, hakaretler, tecavüzler, sebepli sebepsiz, gelişi güzel tutuklamalar, her anlamda alçakça hareketlerdi. Kadınlara, kızlara laf atmalar, sarkıntılık yapmalar olağandı.
Yanında kocası ve kardeşinin karşı gelmesi durumunda onlar da gözaltına alınıyor ve cezalandırılıyordu. İşgal kuvvetlerinin İstanbul halkına revâ gördükleri zulümlerin maddî ve manevî en kötüsü, Kroecker Oteli işkenceleri idi. Burada İngiliz İşgal Kuvvetleri’nin Bennet isimli bir subayının astığı astık, kestiği kestikti.
“Bu İngiliz yüzbaşısı içinde yaşadığı şehri, Afrika’da veya Asya’da bir İngiliz sömürgesi sanıyor, halkını da o derece önemsiz sayıyordu. Dünyanın en vakarlı, onurlu, ahlâklı ve en vatanperver bir memleketinde olduğunu, kahraman ve faziletli Türk milletinin içinde olduğunu unutuyordu.”
Türk direnişçiler, bir çete reisi gibi davranan bu İngiliz subayını, Maslak tarafında yolunu keserek kurşunlamış ve cezasını vermişti.
İşgal edilmiş İstanbul’da böyle yüzlerce Türk direniş grubu vardı.
Fransız İşgal Kuvvetleri Kumandanı Franchet d’Esperey ise Fatih Sultan Mehmet’i taklîden işgal ordularının başında beyaz at üstünde İstanbul’a girmişti. Bu kof adamın tutumu da Türk İstanbul halkını son derece rencide etmişti.
İşgal Devletleri askerleri İstiklâl Caddesi’nden geçerken Rumlar dükkânlarına Yunan bayrağı asmışlardı. Bir kısım Rum, Ermeni, Yahudi şehre çıkan İşgal Kuvvetleri askerlerini alkışlayıp, Türklere hakaretler etmişlerdi.
Ancak bütün bu incitme ve hakaretlerin altında yatan gerçek, Haçlı ve Judaist/Siyonist dünyanın son bağımsız Türk Devleti’ni dünya haritasından silmeye kararlı oluşları idi.(2)
Etekli, gaydalı İskoç askerleri, burma sakallı Hintliler, siyah Afrikalılar, çalımlı İtalyan Karabinierileri, gürültülü Fransız askerleri Türklere İstanbul’u hediye edip gitmediler. Çekip gitmeye mecbur kaldılar.
Çünkü milletimiz el ele, gönül gönüle bir araya gelmiş, tokadını bizi yok etmeye çalışan düşmanın ve işbirlikçilerinin yüzüne indirmişti.
Günümüzde Meclisimizde bir milletvekili İstanbul’u işgal eden İngilizleri yüceltebilmiş, başka bir vekil de İzmir’e çıkıp Batı Anadolu’da her türlü zulmü, vahşeti yaparak Ankara’ya doğru ilerleyen Yunanlılarla yapılan savaşların düzmece olduğunu söyleyebilmiştir. Hatta ''Keşke Yunan kazansaydı...'' diyen densizler bile olmuştur.
Son dönemde birtakım politikacılar tarihimizdeki olayları yalan yanlış anlatıyor.
Oysa ki; “Bilmemek ayıp değil, ibret almamak, öğrenmemek, vefa göstermemek ayıptır. Fakat son dönemin derme çatma sözde politikacıları, bu gerçekleri ne biliyor, ne ibret alıyor, ne de öğrenme yoluna gidiyorlar.”
Kaynaklar
Zeki ÖNSÖZ / Milliyet-Blog
(1) Samih Nafiz Tansu, İki Devrin Perde Arkası, Ararat Yayınevi,İstanbul,1969
(2) Bilal Şimşir, Malta Sürgünleri, Bilgi Yayınevi, Ankara,1985
(3) Samiha Ayverdi, Hâtıralarla Başbaşa, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul, 1977
Resimler
İşgal İstanbul’unda Beyoğlu- Bayraklara dikkat!
Darülfünun önünde İngiliz tankları ve askerleri
Boğaziçi’nde sömürgeci donanmaları.
Haliç’te İngiliz denizaltısı.
Vahdettin kaçış yolunda İngiliz zırhlısına binerken.
Comments